kitaplarımı asla okumam ilgilendirmiyorlar beni

meraba benim adım meri, meri luu. bu benim ilk blogum aslında acmakla acmamak arasında cok dusundum yazabilrmiyim vakit ayırabilirmiyim bilmiyordum. daha dogrusu bi arkadasım surekli kullanıyodu bişeyler yazıyodu düşündüklerini, yasadıklarını, sevinçlerini, üzüntülerini bende soylemek isteyipte söyleyemediklerimi yazmak Okumam yazmam yoktu. Askerden gelen bir arkadaşım, iki arkadaşı ile beraber, bana okumayı öğretmeyi kafalarına koymuşlardı. Onlar da askerde öğrenmişlerdi bu işi gerçi. Önce makarna çubuklarını yanyana dizip şekiller oluşturmaları gerekiyordu; bir kelimenin neye benzediğini, nasıl seslendirildiğini öğrenebilmem için. matrak. kinyas, dünyadan gelmiş geçmiş en büyük edebiyat üstadını sözü diyerek " ölüm tek ilham kaynağıdır " diyor. yine aynı üstadın " kitaplarımı asla okumam. ilgilendirmiyorlar beni. edebiyata büyük yeteneğim var ama ona inanmıyorum " alıntısı yapıyor. ancak bu alıntıyı nasıl ararsam arayayım yine karşıma Dostluk, imza gününde başladı. Akşam eczaneye gelen oğlu,Şener'e " Yarın Fakir Baykurt'un imza günü var, seni oraya mutlaka götüreceğim, üzülme " der. O gün, "40 yıllık özlem bitecek"diyerek sabah erkenden işlerini bitiren Şener, birazdan bir bavul dolusu Fakir Baykurt kitabıyla yazarın önündedir. Birnur Şener, Baykurt Marloweun en iyi eseri olarak kabul edilen Doktor Faustus’ un başkarakterini belki daha önce duymuşsunuzdur. Faust birçok esere konu olmuş bir kahraman. Tarihi belgelere göre Johann Faust, 16. Yüzyıl Almanya’sında yaşamış bir Rönesans bilgini. Yaşadığı dönemde halihazırda var olan şeytan korkusu sebebiyle; bu Meilleur Site De Rencontre Gratuit En Belgique. hakan günday ve murat uyurkulak ile ilgili bir problemim var. ikisiyle birden. okuduğum kitaplarını hatırlamıyorum, ve onları birbirlerine karıştırıyorum! gördüğünüz gibi ayıp ediyormuşum. yine de sanırım ekiptekileri birbirine karıştırma yatkınlığı ile ilgili olsa yüz-göz'den bahsetmiyorum aslında, çünkü murat uyurkulağı daha önce gördüğümü hatırlamıyorum. en son okuduğum kitap kinyas ve kayra, üstüste ankara'dan okumuş oldum. köşesi katlanmış çok sayfam var. bakalım altından kalkabilecek miyim? ah bu arada! kitabı ikinci el aldım. dedim ve kayboldum... çünkü aldığım yerin adını bilmiyorum. yıllardır gittiğim bir yerdir, bazen çok seyrek, bazen üstüste, ama adına hiç dikkat etmemişim. google haritalarından bak, yok sokağın adını arat derken öğrendim! lamelif sahaf. evet oradan aldım. ilk sahibi ilk kitabı açtığında heyecandan olsa gerek, bir sürü satırın altını mavi tükenmez kalemle çizmiş, sayfanın altına üstüne notlar almış. tükenmezle! ben de tam bir önceki ankaralı yazarımda bununla ilgili bir durumun olduğu bir öykü okumuştum. hahhahahah, aynı kitapçıdan aynı zamanda aldığım bir kitap, yine ankaralı bir yazar, murat uğurlu'nun buralar bıraktığın gibi'sinde bir öykü. bahsetmezsem olmaz. adam sahaftan farkında olmadan aldığı altı çizili bir kitap yüzünden düpedüz sıkıntılıdır. "bütün hayatım şu düşüncesiz adamın altını çizdiği harf yığınlarının gölgesinde mi geçecek şimdi?" böyle der çünkü kendisi öldükten sonra başkalarının o kitabı bulup altını çizdiği yerlerin onun tarafından çizildiğini düşünerek, kendisini oralardan tanımlamasından korkar! murat uğurlu da barış bıçakçı ve emrah serbes arasında buruk bir tatla ilk kitabını bizlere hediye etmiş! diyerek esas konumuza dönmeli... bu bir pekala merak edip kıvırmışım, nedir acaba platon'un mağara istiaresi? vay, evet, bunu duyduğumu hatırlıyorum. ama aklımdan silinmiş gitmiş. işte bu yüzden güya girişmiştim bir bloğa... hakan günday, kitapta kinyas'ın ağzından şöyle yazarak merakımı cezbetmiş -ama ne yazık ki tembelliğimi yenemediğinden şimdi bakıyorum!- "Platon'un Mağara İstiaresine karşılık ben de Kuyu İstiare'sini yazdım doğdukları andan itibaren düşen insanların, yanlarından hızla geçen fırsatlara ve başka insanlara tutunup tırmanmalarını ve bunu sadece doğdukları andaki yüksekliklerine erişebilmek için yaptıklarını anlattım." yine kendimi dağıtıp, bu sefer de yıldız tilbe'den aşk yok olmaktır dinlerken buldum kendimi. bu iki ancak çok uzun geldi. ne yazmak ne fotoğraf, direk tarayıcı! bu üç bizimkiler liberya'da takılıyorlar. Kayra geçen bir arabadan alpha blondie duyuyor ve her coğrafyanın kendine göre ağıtları var" diyor içinden. onun için sıradaki şarkı geliyor dört aşık veysel ve david bowie'li bir zihin yolculuğu yapıyor bir paragraf boyunca kinyas ve sonra bowie'nin bu şarkıyı söyleyeceğini yakıştırıyor. hiç duymadığım bir parçası bu. beş açıklamalar taramanın üzerinde! altı yine kinyas anlatıyor. ölü anlardan bahsediyor. örnek olarak belushi ile ackyord'un bu sahnesini anlatıyor. yedi matrak. kinyas, dünyadan gelmiş geçmiş en büyük edebiyat üstadını sözü diyerek "ölüm tek ilham kaynağıdır " diyor. yine aynı üstadın "kitaplarımı asla okumam. ilgilendirmiyorlar beni. edebiyata büyük yeteneğim var ama ona inanmıyorum" alıntısı yapıyor. ancak bu alıntıyı nasıl ararsam arayayım yine karşıma kinyas ile kayra çıkıyor! sekiz uzay yolu'ndaki atılgan'ın orijinal ismine hiç dikkat etmemişim. karşıma burada çıkaması... yine kinyas'tan al haberi, USS enterprise imiş! dokuz bu sefer kayra'dan inciler. "dinlemek ve inanmak en zorudur. anlatmak ve uydurmaktan daha zor. kulak ile beyin arasında tertemiz bir yol ister. var mı dünyada böyle bir insan?" on kayra, alpha blondie'nin fildişi kıyısı futbol milli takımı için yaptığını söylediği parçaya denk geliyor arabada radyoyu açtığında. orta afrikanın en büyük gangsterlerinden birinin kaçak silah yüklü kamyonlarını çalmaya gidiyorlar. onbir kayra kendisine vurgun bir kıza olumsuz cevap vermeye hazırlanırken düşünüyor "daha anlayamamıştı sonunda ölüm olan bir hayatta mutlu son olmasının mantığa aykırı olduğunu. ölüm mutlu bir son olamazdı. kimse için. ama yine de insanlar, kendilerini kandırmak için hayatlarını dönemlere bölüyorlar ve ancak o dönemlere mutlu sonlar uydurabiliyorlardı. oysa haya her bölümünde ayrı bir hikayenin döndüğü neşeli bir dizi değil, sonunda herkesin öldüğü ve katilin bulunamadığı sıkıcı bir filmdi." oniki kayra'dan "böyle insanlara hep sormak istemişimdir. "peki bana bilmediğim herhangi bir şeyi söyleyebilir misiniz?" diye, kimde böyle bir sır vardı? bütün dehalar sırlarını dünyayla paylaşmışken, hangi bilinmeyenden bahsediyorduk?" burdan kayra'ya sataşasım var, ama yapmamaya karar verdim. zaten bundan sonra kooooskoca bir kinyas'ın yolu bölümünde kayda değer bir şey bulamamışım... insanın okuduğu anki hallerin bu seçimlere etkisi mi? muhtemelen. bitmekte olan kitabı devirmeye yaklaşma momenti? olabilir. sıkılma? korkarım oldukça... sanırım bu kitabı 20li yaşlarımda okumalıydım. lizbon'a gece treni April 1, 2017, 1008 am pascal mercierdiktatörlük bir gerçekse devrim görev geçen binlerce deneyimden olsa olsa bir tanesini dile getiririz. söylenmeden kalan bütün o deneyimlerin altında hayatımıza belli etmeden biçimini, rengini ve tınısını verenler insanları sessiz bir dayanışma birbirine insanların dünyayı, kendimizin ve arzularımızın konu edildiği bir sahne gibi görmemiz yanılgısı bütün dinlerin kaynağıdır ve en ufak bir doğru yanı yoktur. evren öylece var, başımıza ne geldiği onun umrunda değil, hiç umrunda senin duruşma şeyle vedalaşabilmek için öyle bir karşı durmalıyız ki o şeye, içimizde bir mesafe oluşmalı. onu kuşatan dile getirilmemiş, müphem tabiiliği, bizim için ne anlama geldiğini gösterecek bir berraklığa çevirmeliyiz. bunun da anlamı, o şeyin somutlaşıp açıkça görülebilir dış hatları olan bir şeye bir şeyden korkar insan; çünkü başka bir şeyden gerçek yönetmeni rastlantıdır gaddar, acımasız ve büyüleyici bir cazibesi olan bir sessiz bir şeydir. insan yazmadıkça tam olarak uyanık olmuyor. ve kim olmadığını bilmemesi bir yana, kim olduğu hakkında da bir fikri defasında tartakower'a, en büyük satranç oyuncusu sence kim diye sormuşlardı. şöyle yanıt verdi satranç bir savaşsa lasker, bir bilimse capablanca, bir sanatsa bir idam sahnesi olan bir dini itici buluyorum. bir düşünsene, ya bir darağacı olsaydı, bir giyotin ya da bir garot. bir düşün, o zaman dinsel sembolümüz nasıl yaşadığımız şey değildir; yaşadığımızı hayal ettiğimiz beğenmişlik, takdir edilmemiş bir budalalık türüdür; kendini beğenmiş olabilmek için, yaptıklarımızın tümünün kozmik önemsizliğini unutmalıyız, ki bu da olağanüstü bir budalalık başkalarının bize, bizim de onlara giydirdiğimiz görünmez unutamadıkları, basit şeylerdir. bir şeyin kokusu, tokadı yedikten sonra yanağın nasıl yandığı, evin içine ansızın karanlık basınca nasıl olduğu, babanın küfrünün ne kadar kaba bütün hapishanelerin en kötüsüdür. parmaklıkları, basitleştirilmiş, sahte duyguların altınıyla kaplanmıştır, bir sarayın sütunları sanır insan güzel şey, şiir. şiir düşünce olsaydı ve düşünce şiir, o zaman cennet açıksözlülük mümkün değildir. bizim gücümüzü aşar. susmak zorunda kalmaktan doğan yalnızlık; böyle bir şey de ruh olduğunda, elimizde pek az şey arzularını ve korkularını gösteren çizgiler ateşten bir kalemle, güçsüz ve başlarına ne geldiğini hiç bilmeyen küçüklerin ruhlarına kazınır. ruhlara dağlanmış o metni bulmak ve ne yazıldığını sökmek için bir ömür harcarız, onu anladığımıza da asla emin bazen bir şeye sahip olana kadar onun eksikliğini hissetmez ve sonra bir anda onun eksikliğini çektiği kafasına dank altında yapılan bütün işleri gördüm. hepsi boştur, rüzgarı kovalamaya boyun eğmesini istemeyen bir bağışlama olmalı. yani kutsal kitaptaki gibi kendini tanrının ve isa'nın karşısında onların uşağı gibi görmen gereken türden olmamalı. uşak olarak! orada öyle ölmek, ölümün bir son olduğunu kabul ederek ölmek demektir. ve ölümsüzlükle ilgili bütün saçmalıklara karşı irkiliyorum ve şöyle düşünüyorum tren her an raydan çıkabilir. evet, çoğunlukla irkiltir beni bu düşünce. ama nadiren, akkor gibi ışıldayan anlarda kutsal bir şimşek gibi sarsar her şeye üstün gelir. bütün kuralları hükümsüz tam, ciddi anlamıyla bir veda şu anlama gelir iki kişinin, birbirinden ayrılmadan önce, birbirlerini nasıl görüp tanıdıkları konusunda anlaşmalarıdır. vedalaşmak, insanın kendi kendisiyle de yaptığı bir şeydir karşısındakinin bakışları altında kendine arka geçicidir ve aldatıcıdır, tıpkı bir serap insanların ışığıdır ve nesneler ancak kelimelere döküldüğünde var moloz yığınlarıyız. kinyas ve kayra April 3, 2017, 1000 am hakan gündayherkesin kendine göre bir şeyi yapmak istediğini bilememek kadar acı verici bir şey daha suratını boyar; çünkü suratı kendisine değil, güzelliğini takdir edecek olan erkeğe aittir. kimse kendi yarattığı bir boku kötü kabus bile iyidir hayatın kendisinden."kitaplarımı asla okumam. ilgilendirmiyorlar beni. edebiyata büyük bir yeteneğim var ama ona inanmıyorum." louis-ferdinand celineüçüncü dünya ülkelerinde rütbe yoktur. tanrı ve kulları kurumlar tanımlayamadıkları her şeyden korkarlar. eğer herhangi bir devlet, karşısına çıkan canlı hakkında bir bilgi kırıntısına sahip değilse deliye döner. kendini tecavüze uğramış gibi hisseder. otorite sadece bilinenler üzerinde kurulduğu için, tanınmayanlar doğal miktarda komisyonla banka şubelerine yaptırılmayacak iş yoktur yere ait olmayanları iyi tanırım. her yere aitmiş gibi hayatının insanlarınkinden çok daha ilginç olduğuna eminim. en azından onlarda karakter denilen işe yaramaz bölüm yoktur. dolayısıyla birbirlerinden nefret etmek için de bir neden kaçtığını bilmemek en insanın beklerken yapabileceklerinin sınırı yoktur. bazıları devlet başkanı, bazıları sihirbaz, bazıları da deli olur en eski mesleği fahişelikse, dünyanın en eski hayal kırıklığı da daha kötü bir şey varsa o da medeni olmaya çalışan bir insanın bir utancı vardır. devletin görevi, kullanma günü gelene kadar bu utançları toplayıp saklamaktır. toplumsal sözleşme diye bir saçmalık hiçbir zaman var olmamıştır. kimse kendi çıkarları için birilerine devlet olma yetkisini vermemiştir. benciller ve korkaklar dünyasında çıkar, kişisel dolandırıcılık yeteneğiyle elde edilir. ve insanların birbirlerine attıkları kazıkların yanında, devletin onlara attığı fazlasıyla hafif kalır."ölüm tek ilham kaynağıdır."louis-ferdinand celinedengesizlik, gerçek duygusunun ve gerçeğin tek kapısıdır. dengeyle hiçbir yere varılmaz. ancak düşmeyi bilenler köprüden karşıya yüzülerek de geçilebileceğini nefsi müdafaadır. yaşayarak intihar etmeyi seçenlere yardım edilemez. kitapla direniş April 5, 2017, 1000 am tomris uyarbirkaç hayat yaşama imkanı verir insana bir şey yazmaktansa kopkoyu bir karamsarlığı yeğlerim."en iyi makyaj, hafifçe silinmiş olandır."yıllar önce abd'de büyük ikramiyeyi kazanan yaşlı bir kadına, "uğurlu sayınızı mı seçtiniz?" diye sorduklarında şu yanıtı almışlar "yok canım. düşümde 6 ve 7 rakamlarını gördüm. altı kere yedi 49 ettiği için 49'la biten bir bilet aldım."günlük yazan biri, kendini sıradan biri olarak görmüyorsa günlüğü bir önem ne iyi ne kötü bir şey yapılıyor. her şey ortalama. onun için de yüzleşme ihtiyacı vermiyor insana. çünkü zaten kötü değil, zaten iyi bu toplumda en beğenmediğim şey, hanımefendi ile başlayıp canım'a giden konuşmalar. on dakika içinde oluyor bu. telefonda bile yazının daha usta bir taklitçisidir. yazarsanız, bir yaşamın bir ömre az geleceğini bilirsiniz. yazın, size farklı çağlarda, farklı ülkelerde, farklı kişiliklerde yaşama olanağı okur, her zaman beklenmediklerden yazılmış bir öyküyü iyi yapılmış bir makyaja benzetirim. bitirdikten sonra biraz hafifletilir. sanki öyleymiş gibi çok kötü bir öç alma biçimi vardır. edebiyat siler. öbür dallar gibi değildir, bir zamanlar iyi bir şarkıcıydı demezler. bir zamanlar iyi bir müzisyendi diye akılda kalmazsınız. bütünüyle siler. geçmişteki iyi işlerinizle birlikte yok olursunuz. her sözcüğün arkasında bir dünya vardır. geçmişin, bu günün, yaşamakta olanın, insanın, toplumun devinimini, evrimini, devrimini, her bişeyini içerirken, kolay mıdır yazı yazmak! ateşle kendinden ne zaman vazgeçer? tutkusunu evcilleştirdiğinde. özürler çeşitlidir alışkanlık, yaşam karşısında ürkeklik, yalnız kalma korkusu, dayanak yoksunluğu, çocukların mutluluğu, eş dost ya da çevre baskısı öyküsüne nereden düştüğü belli olmayan bir kuyruklu yıldızdır sait faik. frida kahlo aşk ve acı April 7, 2017, 1000 am rauda jamisumutsuz düşler insanı asla yazılamayacak denli güzel sanat her tür toplumsal değişimin öncüsüdür. yalnızca sanat öz olarak devrimcidir. beethoven, müzik seven bir insanın asla tam anlamıyla kötü olamayacağını almancada barış mauriac bizi bir evle, bir bahçeyle bütünleştiren bağlar, aşk bağlarıyla aynı sonraları ünlü isimler yetiştirecek iki edebiyat grubu olan "contempraneos" ile "maistros" arasında bir süre tereddüt etti. ama sonuç olarak, hiç pişmanlık duymaksızın, kasketlerinden ötürü "cachuchas" adını taşıyan, daha kuraldışı, hem daha yaratıcı ve açık, daha ilginç, kışkırtıcı, küstah, cüretkar, kafa bulandırıcı... anarşist ruhlu bir grubun üyesi dahi, beyaz atlı prensten daha iyidir. üstelik hem dahi hem de beyaz atlı prens olmadığını nereden bilebilirsiniz?charles baudelaire ama bir an hazzın sonsuzluğunu bulmuş olan için lanetlenmenin sonsuzluğunun ne önemi vardır ki!insan, sürekli hem kendi düşüncesini hem de başkalarının düşüncelerini derinleştirmenin yollarını aramalı. bu, yaşamı anlamanın anahtarıdır. insan, anlamaya çalışmadan, kimi sorulara yanıt bulmak için çaba göstermeden leiris belki de her şey, kireç badanalı bir duvara çivilenmiş kırmızı bir kumaş parçasıyla özetlenmektedir kemiklerin hapishanesi karşısında yakıcı bir kan en beklenmedik anda şaşırtıcı, güzel sürprizler hazırlar da vinci engel boyun eğdirtmez bana kararlılık yıkar onu. direten karanlık, hedefli lamba frida kahlo de rivera eşikteydi, o müstesnaydı. çevresinde, kendisi gibi trajik ve çarpıcı tuvalleri ruhun breton nasıl üretici güçlerin geliştirilmesi için devrimin merkezi plana bağlı bir sosyalizm geliştirmesi zorunluysa, entelektüel yaratım için, tam tersine, ta en başından kişisel özgürlüğü temel alan anarşist bir düzen nevelson diego rivera, kişisel yaşamında işlerin altından kalkamayan ama toplumsal yaşamında mücadeleci olan harika bir adamdı. insanların önünde ayağa kalkabilir ve örneğin rockefellerları iki dakika içinde yerle yeksan her zaman bağlanacağı bir şey vardır. her şey birbirine bağlıdır, her şey ayakta durur; biz ve benliğimiz, benliğimiz ve eşimiz, benliğimiz ve başkası, benliğimiz ve van hejenoort frida, güzelliği, karakteri ve aklıyla son derece ilgi çekici bir bir anlam vermeyi bilmeyen ve sizinkine zarar vermeye çalışarak daha da alçalan insanların, kendilerine öz güçlerini başkalarını küçük düşürme yoluyla elde edecekleri öğrenilmiş düş gücü ve oyun fukarası çocukların bu türden kırıcı davranışları bana dokunmaz oldu. oysa gerçek güçlülük, güçsüzlük maskesi taşır; bir rahatlık, neredeyse bir lükstür asıl oluşturan, ciddi olmayan rivera, bugünün meksikasındaki sanatçı kuşağının en çarpıcı ögelerinden olan ardıllar yetişirdi. onlara sürekli, çalışmalarında kişiliklerini korumaları ve geliştirmelerini, aynı zamanda fikirlerinde toplumsal ve siyasal bir açıklık oluşturmalarını uzağa giden, bir daha asla geri dönmeme riskini göze alır, bunu hiç unutma. ne istediğinden emin olmaya çalış. iyice emin nevelson frida hastanedeydi. olağanüstüydü, öleceğini biliyordu sanırım ama görünürde bundan rahatsızlık duymuyordu; nazik ve neşeliydi, gülüyor, sululuklar yapıyordu. kısa zaman sonra öldü. nasyonal sosyalizm ve yahudiler April 9, 2017, 958 am elias canettihiçbir halkı anlamak yahudileri anlamak kadar zor değildir. köklerinin olduğu ülkeden yoksun bırakılınca dünyanın insan bulunan her bölgesine uyum sağlama yetenekleri iyi bilinir; ama uyum sağlama dereceleri son derece değişkendir. aralarında ispanyollar, hintliler ve çinliler bulunmaktadır. bir ülkeden diğerine dillerini ve kültürlerini taşırlar ve bunları kendi mallarından daha büyük bir titizlikle halklar arasında, bu kadar uzun zamandır dolaşan tek halk yahudilerdir. hiç iz bırakmadan ortadan kaybolmaları için en çok zaman onlara verilmiştir; ama buna rağmen bugüne kadar olduklarından çok daha fazla yılı ağustosunun o ilk günleri nasyonal sosyalizmin de doğmasına sebep olan günlerdi. bu konudaki kaynağımız hitler'in kendisidir. daha sonraları, savaş patlak verince nasıl dizlerinin üzerine çöküp tanrı'ya şükrettiğini anlatır. bu onun dönüm noktası niteliğindeki deneyimi, kendisinin de şahsen dürüstçe bir kitlenin parçası olduğu bir andı. o anı asla unutmadı ve bu anı takip eden kariyeri o anın, yeniden; fakat dışarıdan yaratılmasına adandı. almanya o zamanki haline dönecekti; çarpıcı askeri gücünün bilincinde, onunla övünerek ve onun içinde antlaşması alman ordusunu terhis etmeseydi, hitler amacına asla ulaşamazdı. askerlik hizmetine konan yasak, en temel kapalı kitlelerini almanların ellerinden aldı. talimler, alınıp verilen emirler, artık ne pahasına olursa olsun kendi kendilerine yapmaları gereken, mahrum kaldıkları etkinlikler oldu. askerlik hizmetinin yasaklanması nasyonal sosyalizmin doğuşu kullanılarak çözülen her kapalı kitle bütün karakteristik özelliklerini aktardığı açık kitleye dönüşür. parti ordunun cankurtaranı haline geldi ve partinin yeni askerlerini ulusun içinden çıkarmasının önünde hiçbir engel kalmadı. kadın, erkek, çocuk, asker ya da sivil, her alman bir nasyonal sosyalist haline gelebilirdi. daha önce asker olmamışsa, asker olmaya daha da hevesli olabilirdi; çünkü böylece o ana kadar yoksun bırakıldığı etkinliklerde yer almayı kimse başına gelen ani değersizleşmeyi hiçbir zaman unutmaz; çünkü bu çok acı veren bir deneyimdir. bu acıyı başka birine yükleyemezse, hayatı boyunca taşır. bir kitle de kendi değer kaybını asla unutmaz. bu değer kaybından sonra ortaya çıkan doğal eğilim kendisinden bile daha değersiz, kendisini küçümsediği gibi küçümseyebileceği bir şey bulmaktır. eski bir hor görmeyi devralıp onu aynı seviyede korumak yetmez. burada istenen dinamik bir aşağılama sürecidir. bir şeye öyle muamele edilmelidir ki, tıpkı paranın enflasyon altındaki akıbeti gibi, giderek değersizleşsin. bu sürecin o nesne mutlak değersizliğe indirgenene kadar sürdürülmesi gerekir. o zaman o nesne bir kağıt parçası gibi atılabilir ya da kağıt hamuruna almanya'daki enflasyon sırasında bu süreç için bulduğu nesne yahudilerdi. yahudiler bu iş için biçilmiş kaftan gibi görünüyorlardı parayla uzun sürmüş ilişkileri, paranın hareketlerini ve dalgalanışını kavrama gelenekleri, spekülasyon becerileri, davranışlarının, almanların ideali olan askerce tutumla çarpıcı karşıtlıklar gösteren para piyasalarında, birlikte sürüler oluşturmaları; bunların hepsi, paraya karşı tavrın değişken olduğu, ona kuşku ve düşmanlıkla bakıldığı yerde, yahudilerin kuşkulu ve düşman görülmesine neden olarak yahudi göze "kötü" görünüyordu; çünkü diğerleri parayla nasıl başa çıkacağını bilmezken ve parayla hiçbir işinin olmamasını yeğlerken, onun parayla arası iyiydi. eğer enflasyon almanların yalnızca bireyler olarak değerlerinin düşmesine yol açsaydı, birey olarak yahudilere duyulan nefretin kışkırtılması sorunlu olurdu. ancak durum böyle değildi; çünkü, milyonları baş aşağı gidince, almanlar kendilerini bir kitle olarak da aşağılanmış hissettiler. hitler bunu açık bir biçimde gördü ve bu yüzden eylemlerini bir bütün olarak yahudilere karşı sosyalizm, yahudilere yaptığı muamelede, enflasyon sürecini büyük bir titizlikle tekrarladı. yahudiler önce kötü, tehlikeli ve düşman görülerek onlara saldırıldı; sonra daha da değersizleştirildiler; sonra almanya'da yeterince yahudi bulunmadığından, işgal edilen ülkelerdekiler toplandı; son olarak sözcüğün tam anlamıyla, milyonlarcası cezalarını çekerek yok edilecek haşarat muamelesi bu kadar ileri gidebildikleri, bu denli büyük çaptaki bir suçta ya doğrudan yer aldıkları ya göz yumdukları ya da görmezlikten geldikleri gerçeği karşısında dünya, hâlâ dehşete kapılmış ve sarsılmış durumdadır. birkaç yıl önce, markın değerinin önceki değerinin milyarda birine düştüğü enflasyondan geçmemişken almanlara bunu yaptırmak mümkün olmayabilirdi. almanlar, bir kitlesel deneyim olarak bu enflasyonun yerine yahudileri koydu. meraklı zihinler April 11, 2017, 1000 am john brockman"din, insanları yöntemli bir şekilde dolandırma sanatıdır."richard dawkins genç bir bilim adamı adayına bir kitabın ya da bir öğretmenin verebileceği en değerli armağan, otoriteyi sorgulama alışkanlığıdır. size herkesin söylediği şeyi hemen kabul etmeyin, kendiniz m. sapolsky din, temelde sadece din adına itaatkar olmaktan ve törensellikten başka bir şey davies gerçekten büyük soruları en iyi şekilde yanıtlamanın yolu, dinden değil ancak kuramsal fizikten geçmektedir. fizik, ne de olsa, beyindeki atomların dans ederken ayak uydurdukları smolin bir yetişkin olarak insanın kendi büyümesiyle ilgili kanıları, büyük oranda kişisel bir efsanedir; arkasında anne ve babalarımızla ilgili dramların gelişimi catherine bateson yeni bir dil insanın yeni şeyler düşünmesine olanak dobzhansky biyolojide evrimin ışığında görülmeyen hiçbir şeyin anlamı margulis sağlam verilerin ve gözlemin gerçekliği beni her zaman bir yetkilinin savlarından daha çok ridley bilim adamları gerçeklerle ilgilenmezler. onlar bilgisizliği severler. onun içini oyar, onu yer, ona saldırırlar -hangi eğretilemeyi canınız istiyorsa onu seçin- bunu yaparken de durmadan daha fazla bilgisizlik büyük hakikat okyanusu karşımda keşfedilmemiş halde dururken, deniz kıyısında oynayan, ara sıra daha düzgün bir çakıl ya da olağandan daha güzel bir deniz kabuğu arayarak kendimi oyalayan bir çocuğa benzer gardner dikkatli bir betimlemeden insan çok şey le doux kendinizi bulmanız için hiçbir zaman çok geç değildir. kırk yıl sonra hala gitarda kendimi bulmaya kurzweil doğru bir fikrin gücü, aşılmaz gibi görünen bir sorunu her zaman alt doyne farmer bilim hem evrensel bir inanç sistemidir hem de gündelik sorunları çözmenin bir strogatz bazı insanlar bütün hayatlarını gerçekten ne yapmak istediklerini hiç bilmeden ramachandran bilimle şiirin ortak noktaları çoğumuzun sandığından daha fazladır; her iki girişim de en aykırı düşünceleri yan yana getirmeyi ve dünyaya biraz romantik bir gözle bakmayı smolin einstein'ın bana çekici gelen düşüncelerinden biri, bir bilim adamı olarak insanın gündelik hayatın belirsizliği ve acılarını aşabileceği idi. doğanın yasalarını kavrayarak, insan yaşamının kısa süreli uğraşlarına göre dünyanın çok daha kalıcı ve güzel bir yönüyle bağ kurzweil ne tür zorluklarla karşılaşırsak karşılaşalım -ister işimizle, ister sağlığımızla ilgili sorunlar olsun, ister ilişki güçlükleri- bizim bunları alt etmemizi sağlayacak bir fikir doyne farmer bazen beni ben yapan amansız yazgı ile, salt rastgele koşulların oluşturduğu tuhaf karışımı hayretle düşünürüm. tarihsel önemde olaylar bazen, bir tek hayatın doğal akışının sularına karışabilecek, ileriye dönük rastlantısal sonuçlar pavlov unutmayın ki bilim, bir insanın tüm hayatını alır. iki hayatınız olsaydı bile size yetmezdi. çalışmalarınızda ve araştırmalarınızda tutkulu olun. medya, devlet ve ulus April 13, 2017, 937 am philip schlesingerayn rand sosyalizm peters engin bir devlet gücünün, kaynakları seferber etme yeteneğinin ve fiilen sonsuz çeşitlilikte olan zor kullanma araçlarına sahip olmanın geçerli olduğu bir çağda, paradoksal bir şekilde, devlet siyasetlerinin birçoğu devletin iç ya da dış düşmanları karşısında aşırı dayanıksız olduğu anlayışına wilkinson hiçbir baskıcı devlet, üyeleri özellikle adam öldürme, işkence, zorla itiraf ettirme, açıklama yaptırma vb. metotlar konusunda eğitilen bir gizli polis aygıtından bourdieu kültür yalnızca ortak bir kod ya da hatta sürekli yeniden ortaya çıkan sorunlar için hazırlanmış ortak bir yanıtlar kataloğu değildir; müziğin yazılmasında söz konusu olan şeyi andıran bir "icat etme sanatı" sayesinde özgül durumlara doğrudan doğruya uygulanabilir sonsuz sayıda tekil örüntülerin yaratıldığı, daha önce özümsenmiş ortak bir ana örüntüler wilkinson herhangi bir süre boyunca askeri yönetime başvuran, adına demokratik denilen hiçbir hükümet sürekli bir kamu desteğini hak melucci kolektik kimlik, kendi eylemlerinin yönlendirilmesinin yanı sıra eylemlerinin cereyan ettiği fırsatlar ve kısıtlamalar alanıyla da ilgili olan, etkileşim içindeki birden fazla birey tarafından üretilmiş etkileşimsel ve müşterek bir tanımdır. kolektif kimlik oluşumu hassas bir süreçtir ve ardı arkası kesilmeyen bir yatırım gerektirir. kolektif kimlik, daha kurumsallaşmış toplumsal eylem biçimlerine benzer hale geldikçe örgütsel biçimler, bir formel kurallar sistemi ve önderlik örüntüleri halinde wilkinson komplo teorileri toplumsal gerçekliğin hakkını çok nadiren magris kimlik, ucu daima açık olan bir arayışken, bir kimsenin kendi kökenlerini saplantılı bir şekilde savunması zaman zaman, başka koşullarda yerinden edilmeye isteyerek boyun eğmek kadar geriletici bir kölelik biçimi gellner medya, kendisine yedirilmekte olan bir düşünceyi aktarmaz. medyanın neyle beslendiği pek önemli değil aktarılan belirli mesajlara özellikle neyin konulduğuna bakmaksızın ulusçuluk düşüncesinin nüvesini otomatik olarak doğuran bizzat medyadır; bir merkezden birçok kişiye yönelik soyut, merkezileşmiş iletişimin yaygınlığı ve önemidir. en önemli ve devamlı mesaj bizzat iletişim kanalı tarafından, böylesi medyaların modern hayatta edindikleri rol tarafından yaratılır. asıl mesaj, önemli olanın aktarımların dili ve üslubu olduğudur. gerçekte ne söylendiğinin pek az önemi douglas kamusal bellek toplumsal düzenin depolama sistemidir. kamusal bellek hakkında düşünmek, düşüncemizin koşulları hakkında düşünmek kadar bize yakın bir hobsbawm dolaysız olarak şiddet, trafik kazası biçiminde her yerde mevcuttur; rastgele, niyetlenilmemiş, kurbanlarının çoğu tarafından öngörülemez ve denetlenemez tarzda. dolaylı olarak, kitle iletişim araçlarının ve eğlence programlarının her yerinde mevcuttur. hatta daha uzak bir şekilde, hem içinde yaşadığımız çağın geniş, somut olarak tahayyül edilemez kitlesel afetlerinin hem de fiziksel şiddetin yaygın olduğu ve muhtemelen giderek arttığı toplumsal kesimlerin ve durumların varlığının farkındayızdır. sükun ve şiddet birlikte var olmaktadır. yoksul May 3, 2017, 1000 am cemil yükselne zaman usulca bir şarkıya başlasan sadece kendine söylenmiş kısık bir sesle en çok ekmeğe aç bir sofra gibidir yüzün annenin uykusunda bulduğu ninni pamuğa, boyun atkılarına, durmaksızın yıkanmaya taşınmış beyaza dolmuştur günlerce yanaklarına açmış çiçek sapları gibi gömülmüştür gülmek ne zaman konuşsan kurtarmak için tüm gürültüleri bilirim güneşe döndüğünü tarçın dökülmüş çıkmayan bir gün üstünden oluşur kuşların gökteki en güzel matematiği karga en güzel seslidir renklerden yok artık göğü aralayan itiş kakışları koklaması bile yetebilir şimdi bir rüzgarın arkadan iteleye iteleye her yerine kum gibi doldurduğu karanlığı bulamadın diyelim bulamamak ne büyük yeryüzü sütten kesilmiş gibi kesil sözcükten sulardan gelmiş acına doğru eğilmekse eğil dökülmüş, devrilmiş ne varsa boş yere durmamıştır inat etmesi ne zaman usulca bir şarkıya başlasan sözcükleri kısık bir anne öpmeye öpmeye öper kendini ellerinden din üzerine May 11, 2017, 1000 am vladimir ilyiç leninbugünkü toplum, tamamen geniş emekçi kitlelerinin nüfusun ufak bir azınlığı; yani toprak sahipleri ve kapitalistler sınıfı tarafından sömürülmesi esası üzerine kurulmuştur. bütün yaşamları boyunca kapitalistler hesabına çalışan "özgür" işçilere sadece kazanç sağlayan kölelerin yaşamını sürdürmeye, kapitalist köleliğin güvenini ve sürekliliğini sağlamaya yetecek oranda geçim olanağı "tanındığından", bu toplum bir köle ekonomik baskı altında olmaları, kaçınılmaz biçimde her türlü siyasal baskıya, toplumsal aşağılanmaya, kitlelerin ruhsal ve moral çöküntüsünün artmasına yol açar. işçiler ekonomik kurtuluşları adına az ya da çok ölçüde siyasal özgürlük elde etmek için savaşabilirler. ne var ki, kapital gücü yönetimden yok edilmedikçe ne oranda olursa olsun elde edilecek siyasal özgürlük, işçileri yoksulluktan, işsizlikten ve baskıdan hesabına çalışmaktan, yerine getirilmeyen isteklerden ve yalnız bırakılmışlıktan yılmış halk kitleleri üzerine her yerde büyük ağırlıkla yüklenen ruhsal baskı biçimlerinden biri dindir. doğaya yenik düşen ilk insanların tanrılara, şeytanlara, mucizelere ve benzeri şeylere inanmasına yol açışı gibi, sömürülen sınıfların sömürenlere karşı mücadeledeki yetersizliği de kaçınılmaz olarak ölümden sonra daha iyi bir yaşamın varlığına inanmalarına yol bütün yaşamı boyunca çalışan ve yokluk çekenlere, bu dünyada azla yetinmeyi, kısmete boyun eğmeyi, sabırlı olmayı ve öteki dünyada bir cennet umudunu sürdürmeyi öğretir. oysa yine din, başkalarının emeğinin sırtından geçinenlere bu dünyada hayırseverlik yapmayı öğreterek, sömürücü varlıklarının ceremesini pek ucuza ödemek kolaylığını gösterir ve cennette de rahat yaşamaları için ehven fiyatlı bilet satmaya bakar. böylelikle din, halkı uyutmak için afyon niteliğindedir.*din, sermaye kölelerinin insancıl düşlerini, insana daha yaraşan bir yaşam isteklerini içinde boğdukları bir çeşit ruhsal içkidir. ne var ki, köleliğinin bilincine varmış ve kurtuluşu için mücadeleye başlamış köle, kölelikten yarı yarıya çıkmış demektir. fabrika endüstrisinin yetiştirdiği ve kent yaşamının aydınlattığı modern, sınıf bilinçli işçi, dinsel ön yargıları bir yana atar, cenneti papazlara ve burjuva bağnazlarına bırakır ve bu dünyada kendisi için daha iyi bir yaşam elde etmeye çalışır. bugünün proletaryası, din bulutuna karşı savaşta bilimden yararlanan ve işçileri bu dünyada daha iyi bir yaşam adına kavga vermek için birleştirerek öteki dünya inancından kurtaran sosyalizmin yanında yer alır.* marx'ın bu sözü, din konusundaki marksist görüşün temel taşıdır. marksizm bütün modern dinleri, kiliseleri ve her türlü dinsel örgütü, işçi sınıfının sömürülmesini ve ezilmesini savunmaya hizmet edecek birer burjuva gericiliğinin aracı olarak görür. "arizona rüyası" May 15, 2017, 1000 am lale müldüriçimdeki katili sen susturabilirsin ancak sesim sesine eşit aklın benimkinden yüksek bu bir kadın için çok güzel bir şey biliyor musun yıllarca ötekilerle idare etmek zorunda kaldım ben işte lou reed'in dediği gibi mükemmel bir gün beni bekletip duruyorsun ben de beklemeyi öğreniyorum ev kadınlarının kocalarını bekledikleri gibi sanıyorum ki başka bir insanım iyi bir insanım hep böyle ol arada git gel hep yanımda olma dayanamam ben buna "muz balıklarının mükemmel gününe" kısa devre yaparım çünkü ben bir balığım kendi kendime nefes almam ve arada sırada diğer balıkların arasına karışmam lazım biliyorsun ne istersem yapıyorsun "biliyorsun bu bir film bir adam ve bir balık hakkında bu dramatik bir ilişki balık ve adam arasında adam düşünüyor, at düşünüyor kuzu düşünüyor, inek düşünüyor köpek düşünüyor balık düşünmüyor balık sessiz, ifadesiz balık düşünmüyor çünkü balık biliyor her şeyi balık düşünmüyor çünkü balık biliyor her şeyi bazı mandolinler duyuyoruz uzaktan ölümün arabasında hayattayız" napolyon May 25, 2017, 1000 am ~ozaşk en büyük kısmi dışarıdan gelen her mektup potansiyel bombadır; kapılar üstüne kapanmadan önce hayatın nasıl olduğunu yüzüne patlatır. en kötü gün uyanır ve fark edersin ki bir daha asla posta gelmeyecektir. kısa zamanda, üstünde isminin olduğu bir mektup için her şeyi verirsin; hala var olduğunu hatırlamak için, hala bir önemin olduğunu hatırlamak için. ed mcmahon'dan olsa eğer bir şeyin düzgün yapılmasını istiyorsan, kendin bonapart, büyüyüp fransa imparatoru olmuş fakir bir italyan çocuğudur. nerdeyse tüm dünyanın imparatoru olacaktı. belki "büyümek" yanlış bir ifade olabilir, boyu 1,60'tı sonuçta. ama büyük bir fark yaratmak için büyük cüsseli bir adam olmaya gerek muhteşemlikten saçmalığa tek bir adımda sürgünde öldüğü zaman doktorlar sikini kestiler. sikini süslü bir kutuya koyup rahibine verdiler. nedenini sormayın. yıllar boyunca napolyon'un siki en fazla parayı verene sürekli satıldı. bugün, en az üç kişi napolyon'un sikinin kendisinde olduğunu söylüyor. ama gerçek sikin kimde olduğu mühim değil. asıl soru şu ki diğer iki sik kimlere ait?napolyon insanlar faziletlerinden ziyade ahlaksızlıklarıyla daha kolay üç şeyle tanımlanır kafaları, nasıl düşündükleriyle; kalpleri, nasıl hissettikleriyle; sikleri, kimi siktikleriyle. günün sonunda, hepimizin bir soruyu yanıtlaması gerekir. tek bir soru, ama kolay değildir "ben kimim?"napolyon savaşta da, aşkta olduğu gibi işlerin olabilmesi için taraflar birbirlerine yaklaşmalıdır. öğütler May 27, 2017, 1000 am goetheduygusuz ol; hassas bir kalp sallantılı dünyada sefil bir varlıktır küçük hırsızları asıp yok ederler büyükleri çok ilerlemiştir ülkeyi ve sarayları yönetiyorlar dünyayı küçümsemeyi öğrendim ancak şimdi, onu fethedecek değerdeyim peşimizi bırakmıyor, ısrar ediyorsunuz öğüt istiyorsunuz; verebilirim yalnız, içim rahat olsun diye söz verin ona uymayacağınıza yaşayarak gelişen nakşedilmiş biçimi hiçbir zaman ve hiçbir güç parçalayamaz birçoğumuz birçok şey bilir; ama başka insanlar size kolay bir oyundur kendini ise hiç kimse tam öğrenememiştir hiç kimse kendine bilge ve özgür demesin hayatımda bazı şeyler kaçırdım ama kimseye hile yapmadım beşikle tabut arasındaki büyük kanalda kendine vermeyi bilmeyen kimse ey dünya, senin çirkin uçurumunda iki uşaklı bir efendi iyi hizmet göremez iki kadınlı ev temiz süpürülmez bilim ve sanat sahibi olanın o ikisine sahip olmayanın akıllı olana, geniş görüşlüye gerçekten çok zaman imkansız şey, mümkün görünür insan kendini yalnız insanda tanır hayat herkese ne olduğunu öğretir öğrenme merakıyla şifa bulan gönlüm gelecekte hiçbir acıya kapalı olmayacak bütün insanlığa nasip olan her şeyin kendi içimde tadına varacağım ruhumla en yüksek ve en derini kavrayacak onun sevinç ve üzüntüsünü gönlüme yığacağım böylece kendi benliğimi onun benliğine doğru genişletip sonunda onun gibi ben de başarısız olacağım bilgeler bile cehalete kapılır her zaman kabul ederler ki insanoğlunun en yüksek mutluluğu itiraf edin! şarkın şairleri biz batınınkilerden daha büyüktür onlara eriştiğimiz nokta ise bizim gibilere duyduğumuz kindir hekimin kusuruna bakmayın, onun da çoluk çocuğu var hastalık bir sermayedir; azaltmayı kim ister zavallı bir konuksun yalnızca cezalandırmayan bir yargıç en sonunda caniyle arkadaş olur bir gün büyük bir toplantıdan sessiz bir bilgin kalkıp evine gider memnun kaldınız mı diye sorarlar "kitap olsalardı" der, "onları okumazdım." freud'a mektup June 1, 2017, 1000 am albert einsteinçok sevgili bay freud,gerçeği bulma özlemi sizde başka bütün özlemleri nasıl bastırıyor, şaşılacak şey. savaş ve yok etme güdülerinin insan ruhunda sevgi ve yaşama gücü ile nasıl iç içe girmiş olduğunu su götürmez bir açıklıkla ortaya koyuyorsunuz. ama, inandırıcı açıklamalarınızdan bir de şu büyük amaca ulaşma özlemi çıkıyor ortaya insanın iç ve dış bütün savaşlardan kurtulması. bu büyük özlemde, çağlarının ve uluslarının üstüne çıkan, düşünce ve ahlak alanında birer yol gösterici olarak saygı gören bütün büyük insanlar birleşir. isa'dan, goethe'den kant'a kadar hepsinde bu kurtuluş özlemi vardır. her ne kadar insanlar arasındaki ilişkileri düzenleme istekleri pek gerçekleşmiş değilse de, yalnız bu türlü insanların bütün dünyaca birer önder sayılmış olmaları anlamlı bir gerçek değil mi?şuna inanıyorum ki, çalışmalarıyla yol göstericilik yapan üstün insanlar dar bir alanda da olsa aynı ülküyü büyük ölçüde paylaşmaktadırlar. ne var ki, politik gelişim üzerinde pek etkileri olmuyor. ulusların kaderini çizen bu alan hemen hemen kaçınılmazcasına dizginsiz ve sorumsuz politika adamlarına bırakılmış önderler ve yönetimler yerlerini ya zorbalığa ya da yığınların oyuna borçludurlar. ulusların düşünce ve ahlakça yüksek bölüklerinin temsilcisi sayılamazlar. seçkin aydınlar, bugün halkların tarihi üzerinde doğrudan doğruya hiç bir etkide bulunamıyorlar. oraya buraya dağılmış bulunmaları günün sorunlarının çözümlenmesine doğrudan doğruya katılmalarına engel oluyor. yaptıkları ve yarattıklarıyla yetilerini ve iyi niyetlerini göstermiş olanların kendiliklerinden bir araya gelmesi, dünyaya bir değişiklik getiremez mi dersiniz? üyeleri birbirleriyle sürekli düşünce alışverişi içinde bulunacak olan bu uluslararası birleşme, tutumlarını basında ortaya koyarak, imzalarının sorumluluğunu yüklenerek, politik sorunların çözümü üzerinde önemli ve uyarıcı bir etki sağlayabilir. bilim akademilerinde de rastlanan insan yaradılışının eksikliklerinden doğan sakıncalar burada da görülecektir şüphesiz. ama yine de öyle bir çabaya girişmek yerinde olmaz mı? doğrusu ben, böyle bir işe girişmeyi büyük bir ödev sayıyorum. böyle bir yüksek aydın topluluğu kurulunca, sistemli olarak, dinsel kurumları da savaşa karşı harekete geçirmeye çalışmalıdır. iyi niyetleri bugün acı bir boyun eğme ile felce uğrayan bir kişiye içten destek olurdu. düşünce ürünleriyle yüksek bir saygınlığa ulaşmış olan kişilerin kurduğu böylesi bir topluluk, milletler cemiyeti'nin güçleri için değerli bir dayanak düşüncelerimi, dünyada herkesten çok size sunuyorum; çünkü siz isteklere herkesten daha az kapılırsınız ve sizin yargınız ciddiliği en ağır basan bir sorumluluk duygusuna dayanmaktadır. terzi June 3, 2017, 1000 am clarissa pinkola estesadamın biri bir terziye gelmiş ve bir takım elbise denemiş. aynanın önünde dururken yeleğin alt kısmının bir parça eğri büğrü olduğunu fark etmiş."ah" demiş terzi, "bu konuda endişelenmeyin. sadece daha kısa olan ucu sol elinizle aşağıya doğru çekiştirin, kimse bir şey fark etmeyecektir."müşteri bunu yapmaya çalışırken ceketin klapasının, düz duracağına, kıvrıldığını fark etmiş."a, o mu?" demiş terzi. "bu hiçbir şey değil. sadece kafanızı biraz çevirin ve çenenizle aşağıya doğru bastırın."müşteri razı olmuş ve bunu yaparken pantolonun iç dikişlerinin biraz kısa, arkanın da epey sıkı olduğunu hissetmiş."a, bu konuda endişelenmeyin" demiş terzi. "sadece iç dikişleri sağ elinizle aşağıya doğru çekin, her şey mükemmel olacak." müşteri razı olmuş ve takımı satın gün, terzinin yapmasını söylediği tüm el ve çene "düzeltmeleriyle" birlikte yeni takımını giymiş. çenesi klapayı aşağıya doğru bastırırken, bir eli yeleği çekiştirir ve öteki eli ise kasığının altını kavrar bir şekilde aksayarak parktan geçiyormuş. iki yaşlı adam dama oynamayı bırakıp onun yoldan geçişini seyretmeye başlamışlar."vay canına!" demiş birincisi. "şu zavallı sakat adama bak!"ikinci adam bir an düşünmüş, sonra mırıldanmış "evet, sakatlık çok kötü; ama benim merak ettiğim ne biliyor musun? böyle güzel bir takımı nereden aldı acaba?" aşağılık kompleksi June 5, 2017, 1000 am alfred adlermastürbasyon, erken boşalma, iktidarsızlık ve sapıklık, karşı cinsle ilişki kurmada yetersizlik korkusundan doğup çıkmış kararsız bir yaşam üslubunun belirtileridir. "neden bu yetersizlik korkusu?" diye soracak olursak, korkuya eşlik eden egemenlik amacını karşımızda buluruz. soruya alacağımız yanıt ancak şu olabilir "insan fazlasıyla büyük bir başarıya kavuşmayı amaç edinmiştir de ondan."yetersizlik duygusu binlerce değişik kılıkta açığa vurabilir kendini. ilk kez hayvanat bahçesine götürülen üç çocuğa ilişkin bir anekdotu aktararak belki bunu somut şekilde anlatabilirim bir aslan kafesinin önüne geldiklerinde çocuklardan biri annelerinin arkasına saklanarak şöyle der "eve gitmek istiyorum." olduğu yerden kıpırdanamayan ikinci çocuk ise benzi sapsarı kesilip titreyerek "hiç korkmuyorum; ama hiç!" der. aslana dik dik bakan üçüncü çocuk ise annesine dönüp "yüzüne tüküreyim mi şunun?" diye üç çocuğun üçü de aslan karşısında bir yetersizlik duygusuna kapılmış; ama her biri içindeki duyguyu başka biçimde, kendi yaşam üslubuna uygun olarak dile getirmiştir. thales June 7, 2017, 1000 am diogenes laertiosbazıları onun evlendiğini ve kybistos adında bir oğlu olduğunu söylerler; bazılarına göre ise, hiç evlenmemiş ve kız kardeşinin oğlunu evlat edinmiştir. neden çocuk sahibi olmadığını soranlara, "çocukları çok sevdiğim için" diye yanıt veriyormuş. annesi onu evlenmeye zorladığında, "daha zamanı değil" demiş. sonra yaşı ilerleyip annesi gene sıkıştırınca, "artık zamanı değil" demiş. ona göre her şeyin başlangıcı sudur, evrenin canı vardır ve cinlerle daimon doludur. yıl içindeki mevsimleri de o bulmuş ve yılı üç yüz altmış beş güne nedenden ötürü talihe minnet borçluymuş "birincisi, hayvan değil insan olduğum için; ikincisi, kadın değil erkek olduğum için; üçüncüsü de barbar değil yunan olduğum için.""varlıkların en eskisi tanrıdır; çünkü güzel şey evrendir; çünkü tanrının eseridir. en büyük şey yerdir; çünkü her şeyi içine hızlı şey akıldır; çünkü her yerde güçlü şey zorunluluktur; çünkü her şeyi alt bilge şey zamandır çünkü her şeyi ortaya çıkarır."gölgemizin bizimle aynı uzunlukta olduğu zamanı gözleyerek, piramitlerin yüksekliğini gölgelerine bakarak ölçmüştür."akıllı düşünceyi gösteren çok konuşmak değildir, bir tek bilgeliği ara, bir tek onuru seç; böylece geveze insanların kesilmek bilmeyen seslerini kısacaksın."yıldızları incelemek için yaşlı bir kadın tarafından evden çıkarıldığında, bir çukura düşmüş, yaşlı kadın da onun iniltilerine şöyle karşılık vermiş "sen thales, ayağının altındakini görmezken, gökyüzünü anlayacağını mı sanıyorsun?"kendisine neyin zor olduğunu sorana "kendini tanımak"; neyin kolay olduğunu sorana "başkasına akıl vermek"; neyin en tatlı olduğunu sorana "kavuşmak"; tanrının ne olduğunu sorana "başı sonu olmayan şey"; gördüğü en acayip şeyin ne olduğunu sorana "yaşlı bir tiran"; insanın talihsizliğe en kolay nasıl katlanacağını sorana "düşmanlarını daha kötü durumda gördüğü takdirde"; en iyi ve en doğru nasıl yaşayacağımızı sorana "başkalarında kınadığımız şeyi kendimiz yapmadığımız takdirde"; "kim mutludur?" - "bedence sağlıklı, ruhça becerikli, yaratılışça eğitimli olan" dedi. dostları yakındayken de uzaktayken de unutmamak gerektiğini söyler. "insan göze güzel görünmemeli, davranışlarıyla güzel olmalı."bilge thales yaşlılığında bir jimnastik yarışması izlerken, sıcağın ve susuzluğun etkisiyle düşüp öldü. mezar taşında şunlar yazılıdır"bilgeler bilgesi thales'in mezarı bu. kendisi küçük; ama şanı göklere çıkıyor." övgü şarkısı June 9, 2017, 1000 am halil cibranruhun üstün hali, aklın isyan ettiğine bile boyun eğmektir. ve aklın en alçak hali, ruhun boyun eğdiğine karşı isyan kez ruhumu kınadım ilki- yükseklere ulaşmada zayıflık gösterdiğini gördüğüm zaman. ikincisi- dosdoğru gidenlerin önünde sekmeye başladığını gördüğüm zaman. üçüncüsü- kolayla zor olan arasında seçenek sunulduğu zaman kolayı yeğlediğinde. dördüncüsü – bir suç işlediği, sonra da başkalarının buna benzer suçları onu teselli ettiğinde. beşincisi- kendi zayıflığına tahammül ettiği, üstelik bu tahammülü güçlü oluşuna bağladığında. altıncısı- bir yüzün çirkinliğini hor görüp, aslında onun kendi maskelerinden biri olduğunu fark edemediğinde. ve yedincisi- bir övgü şarkısı söyleyip de bunu bir erdem saklı kaynağı yükselmeli ve çağıldayarak denize doğru koşmalı; ve o zaman, sonsuz derinliğinizin hazineleri gözlerinizin önüne nimetleri özlediğinde ve nedenini bilmeden kederlendiğinde, işte o zaman büyüyen her şeyle beraber büyüyecek ve üst benliğine bir volkansa eğer, avuçlarında çiçekler açmasını nasıl umabilirsin? mesafe June 11, 2017, 1000 am elias canettiher insan, en güçsüzü bile, başkasının yanına yaklaşmasını önlemek ister. insanlar arasında kurulan her toplumsal yaşam biçimi kendisini, ele geçirilip yakalanmanın durmak bilmeyen korkusunu teskin eden mesafelerde dile çok kadim uygarlığın çarpıcı özelliği olan simetri, kısmen insanın kendi etrafında eşit mesafeler yaratma girişiminden türer. bu uygarlıklarda, güvenlik mesafelere dayandırılır ve sembolik olarak mesafelerle ifade edilir. başka herkesin varlığının temeli olan yönetici en uzakta ve en bariz biçimde ayrı durur; yalnızca parlaklığıyla değil, bu bakımdan da güneşle ya da çinlilerde olduğu gibi, daha da geniş olan gökyüzüyle özdeşleştirilir. etrafında giderek daha çok odalı saraylar inşa edilerek ona ulaşmak zorlaştırılır. onun isteği olmadan içeriye girilmesini imkansızlaştırmak için her dış ve iç kapıya çok sayıda muhafız yerleştirilir. uzaktaki güvenli yerinden, herhangi bir insanı, nerede olursa olsun yakalatabilir. ama yüz kat duvarın arkasında korunurken, herhangi biri onu nasıl yakalayabilir?insanları yönetmek isteyen herhangi biri, bu insanlar onun önünde hayvanlar kadar iktidardan yoksun kalana kadar onları önce aşağılamaya, haklarını ve direnme kapasitelerini onları kandırarak ellerinden almaya çalışır. onları hayvan gibi kullanır ve onlara söylemese bile, onların kendisi için hayvanlar kadar az değer taşıdığını kendi içinde her zaman açıkça bilir; yakınlarıyla konuşurken, onlardan koyun ya da sığır diye bahseder. nihai amacı onları kendi içine almak ve özlerini emmektir. onlardan arta kalan onu ilgilendirmez. onlara ne kadar kötü davranırsa onları o kadar küçümser. artık işe yaramaz hale geldiklerinde, tıpkı kendi dışkısından kurtulur gibi, yalnızca evinin havasını kirletmemelerine dikkat ederek onlardan kurtulur. seks June 13, 2017, 1000 am irvine welsham gücü her şeye fırsat geçtiğinde sizi sikmediği halde başkasıyla sikişmeyi düşündüğünüz zaman garip davranan bir erkekten daha beteri insanları tanımanın en iyi yollarından hafife almayın sakın. hayattaki gerçek sorunların çoğu, onu kaybettikten sonra karşımıza sikilmektir ve hayatımızda gerçek olan çok az şeyden biridir, asla farklı yapabileceğin tek şey budur onları sevmek. şikayet ederlerse onlara daha fazla sevgi vereceksin. hâlâ şikayet ediyorlarsa daha da fazla sevgi seks adına kendimizi ne salak durumlara siktiğimin hatunları var ya.. annen iyi yemek pişiriyor diye bütün piliçlerin iyi aşçı olacağını sanırsın; ama onlar yalnızca basit yemekler pişirmede iyidir, hayal gücü ya da incelik gerektiren bir şeyin yanına bile yaklaştıramazsın hiçbirini. neden en iyi şefler hep erkekler oluyor ha, televizyonda falan? oral için de aynı şey geçerli. bunların çoğu siki ağızlarına tıkıştırıp emerler, öyle aşağı yukarı giderler, sanki ağızlarından am yapmaya çalışır anda, bir tür olarak, eğer ruhumuz vücudumuzda bir yerdeyse, orasının götümüz olduğuna inanıyoruz. bütün hikaye bu. çok mantıklı. bu yüzden bu kadar saplantı haline getirmişiz anal espriler, anal seks, anal alışkanlıklar.. en son sınır beyin değil, uzay değil, göt deliğidir. bizi devrimci yapan da bu olacak işte. aforizmalar June 15, 2017, 1004 am anakharsis insanın hiçbir işe yaramayan bir sürü dosttansa, çok değerli bir tek dostu olması daha dalkavuklar arasında yaşayanlar, kurtlarla çevrili dana kadar yalnızdırlar; çünkü her ikisi de kendilerine dost olanlarla değil, tuzak kuranlarla bir eylemleri sözlerde değil, sözleri eylemlerde aramak gerekir. nitekim, eylemler sözlerle gerçekleştirilemez; ama sözler eylemlerle üstün yasaların altında özgür yaşayan insanların köle olmaları dilini tut, özellikle de şölende. komşuların hakkında kötü konuşma; yoksa üzüleceğin şeyler dost iyi günde çağrılınca gelir, kötü günde ise kimi kazanca giden yolun hangisi olduğunu sorar, kiminin biliciliğe gereksinimi vardır, kimi de çeşitli hastalıkların pençesinde sağaltıcı bir yanıt bilge bir insan bulmanın olanaksızlığı doğaldır; çünkü bilgeyi tanımak için bilge olmak diogenes her konuşmanın başı tartışmasız doğru, anlatımı da yalın ve yüksek üzüm bağı üç türlü salkım verir birincisi keyif, ikincisi sarhoşluk, üçüncüsü de aşırı gitme. her şey zamanında ve yerinde öğrendiklerim, düşündüklerim ve musaların yardımıyla kazandığım yüksek değerler işte sahip olduklarım; ama yığınla zenginlik gösterişin elinde. More Pages to Explore ..... paul eluard okuma! kitapların birçok satırındaki sözcükleri birbirinden ayıran aralıkların oluşturduğu beyaz biçimlere bak ve bundan esinlen. saklasınlar diye başkalarına ver elini. yokuşlarda yatma. [us çağında çıkardığın zırhı yeniden giy. düzeni olduğu yerde bırak, yoldaki taşları bozup dağıt.] kanıyorsan ve bir insansan, taş tahtadaki son sözcüğü sil gözlerini kapat, böylece biçim ver onlara. [unuttuğun düşlere ver tanımadığın şeyin değerini.] üç demiryolu fenercisi tanıdım ben, beş geçit bekçisi kadın, bir de geçit bekçisi erkek. ya sen? [bağırdığın sözleri hazırlama. boşaltılmış evlerde yatıp kalk. yalnız seninle şenlendi onlar. bir okşamalar yatağı ser okşamalarına.] kapını vururlarsa, son isteklerini anahtarla yaz. sesteki anlamı çal, parlak giysilerin içlerine dek gizlenmiş davullar vardır. ifritlerin büyük acımasını türküle. truva atının üstünde ayağa kalkmış bütün kadınları an. [su içme.] tıpkı o harfi gibi, t harfi gibi, ortaya doğru kanadı ve yılanı bulacaksın. [seni kışkırtan deliliğe göre konuş. parlak renklerle giyin, alışkanlık değildir bu.] bulduğun şey, ancak elin uzandığı sırada senindir. yargılarının kakumunu ısırırken yalan söyle. yaşamını budayansın sen. as kendini, yiğit crillon, onlar seni pek kulak asma'larıyla yere indirecekler. [vefasız bacakları bağla. bırak, düşlerinin pasını yeniden tutuştursun tan.] ayakların önde beklemeyi bil. böylece çıkacaksın yakında, öpörtülü. [yak, ışıt görüngülerini yorgunluğunun.] yenecek neyin varsa sat, açlıktan ölecek ne varsa satın al. olmak eyleminin gelecek zamanıyla etmek eyleminin geçmiş zamanını karıştırmayarak şaşırt onları. yeni pencere camına yerleştirilmiş taşa cam ol. avucunun içini görmek isteyene göğün daha bulunmamış gezegenlerini göster. [anılan günde, yaprak-böceğin o güzel mi güzel boyutlarını hesaplayacaksın. sevdiğin kadının çıplaklığını gözünde canlandırabilmek için, ellerine bak, yüzü yere eğilmiştir. tebeşiri kömürden, gelincikleri kandan ayırt et.] ayaklarımın ucunda içeri girip çıkma zevkini bağışla bana. noktalı virgül noktalamada bile ne denli şaşırtıcı olduklarını gör. yat, kalk, şimdi yine yat. yeni buyruğa dek, manastırın yeni buyruğuna dek, diyeceğim en güzel genç kadınların çarmıh biçimindeki yakayı benimsemelerine dek göğüsleri ortaya seren iki yatay dal, karnın altında çıplak çarmıhın hafifçe kızarmış ayak bölümü. [omuzlarının üstünde başı olandan sakın. yürüyüşünü fırtınalarınkine bakarak düzenle. hiçbir gece kuşunu öldürme.] gündüzsefasının çiçeğine bak anlamak olanağı vermez insana. yüreğini okla delmen gerektiğinde, görünür hedefe kaptırma kendini. tansıklar gerçekleştir; ama yadsımak için. kocamış karga "yirmi yıl" diyor, sen de yetiş onun yaşına. [kötü beğeninin arabacılarından koru kendini. içindeki sıkıntının bedavadan oyunlarını çiz tozlara. yeniden başlama zamanını ele geçirme.] başının, daha düşmediği için, hint kestanelerinin tersine, kesinlikle ağırlıksız olduğunu savun. kıvılcımla yaldızla demir örsün onsuz kara hapını. olası bir kırlangıçlar düşüncesine kılını kıpırdatmadan alıştır kendini. ele geçirilmezi yaz kum üzerine. [ananı babanı düzelt. sağduyuya zarar vermeyen şeyi üstünde saklama. düşün ki bu kadın üç sözcüğe sığar ve bu tepe bir uçurumdur.] yazdığın gerçek aşk mektuplarını zındıkça davranılmış kutsal ekmekle mühürle. şunu tabancaya söylemekten geri kalma çok hoş; ama sanıyorum ki sizi bir yerlerde gördüm ben. dışardaki kelebeklerin tek istedikleri içerdeki kelebeklere kavuşmaktır sokak fenerinin tek bir camını; eğer kırıldıysa, kendinle değiştirme. cehenneme yolla saf olanı; saflık sende cehennemliktir. [aydınlığı körlerin aynasında gözlemle.] dünyanın en küçük, hem de en kaygı verici kitabı senin olsun ister misin? yazdığın aşk mektuplarının pullarını ciltlet ve ağla, her şeye karşın varlık içindesin. [hiç bekleme. iyice bak şu iki eve onda da ölüsün, ötesinde de.] düşün seninle konuşan beni, yanıtlamak için kendini koy benim yerime. [yalnızken ve sana seslenildiğini duyduğunda, duvar kaplamalarının önünden geçme sakın.] gövdeni başka gövdelerin üstünde yiğitçe bur bu sağlık ilkesini yiğitçe benimse. yaprak biçimindeki kuşları yeme hayvansal ağaç güze dayanabilir. senin özgürlüğün beni kahkahalarla güldüren özgürlüktür. [sisin önündeki sisi kovala. nesnelerin ölümlü doğasının sana üstün bir zaman erki vermediğini göz önünde tutup kendini ağaç köküyle as. seni uyandırma sorumluluğunu aptal yastığa bırak.] ağaçları kes istersen, taşları kır; ama sakın kendini, yararlılığın mor aydınlığından sakın. [gözünün biriyle bakıyorsan ötekini kapat.] yok etme güneşin kızıl ışınlarını. sağdaki üçüncü yola sapıyorsun, sonra soldaki ilk yola; bir alana varıyorsun, bildiğin kahvenin yanından dolanıyorsun, soldaki ilk sokağa sapıyorsun, sonra sağdaki üçüncü sokağa; kendi yontunu fırlatıyorsun yere ve kalıyorsun orada. [kaldır şu kadının düşürdüğü yelpazeyi, ne yapacağını bilmeden. vur kapıya, bağır giriniz; ama girme. ölmeden önce yapacak bir şeyin yok.] yazmak June 2, 2016, 356 pm emil cioranbana göre yazma eylemi, tanrıyla konuşmanın bir için yazarak tanrıyla konuşma işi, bir yalnızın biriyle konuşması, bir yalnızın başka bir yalnız karşısında olması demektir. tanrı bizden daha yazık ki tanrıya giden yolda inancı es geçmek mümkün değil. dini duygulardan arınmış bir dünyada yaşamak istemezdim. inancı değil, içindeki titreşimi kastediyorum ki bu, belirli bir inançtan bağımsız bir şeydir ve tanrının içine ve hatta bazen ötesine götürür olmasa ilahiyat konusundan yoksun kalırdı yaratılış kurgusundan, bütün tartışmaları kesen yokluktan eğer her şeyini bach'a borçlu olan biri varsa, o da büyük tutkularımdan birinin hatta en büyük tutkumun bach olduğunu söyleyebilirim. benim için belirli ve kalıcı olan tutku sadece bu oldu. tüm tutkularım içerisinde olduğu gibi kalan bir tek bu. dostoyevski’ye olan tutkumun bile, bach'ınkinin aksine azaldığını kabul ediyorum. bu, benim için bir çeşit din olmuş beni yalnızca kütüphaneler ve genelevler baştan değilim. ben, anlatması çok güç, muhtemelen bir reddediciyim; hatta reddedişi bile reddederim. soyut bir reddetme değil bu, bir egzersiz gibi içsel bir reddetme. her şeye rağmen bir olumlama, bir patlama. bir tokat patlatmak reddetme midir? bir tokadı düşünün. olumlamadır o da. olumlama olan bir tokadı reddederek artık ne onların yükünü çekmek istiyoruz ne de onlara kanmak veya suç ortağı olmak. bir virgül için ölünen bir dünya vazgeçmek zorunda kalsam uzmanlaşmak isteyeceğim şey ulumak ve tanrıya karşı yeteri kadar esip gürledim, ama neden? bu, aynı zamanda önemli olan bir tını. hepimizin bir tınısı var ve bu çok gizemli; çünkü bunu asla tanımlayamıyoruz, yalnızca önemli yıllarım tanınmadan yaşamımı sürdürdüğüm zamanlardı; çünkü tanınmıyor olmanın kendine has bir zevki gelindiğinde, zamanla her şey kendisini tüketir, kinizm bile. kinizmi aşmadım teorik bir tutum olarak, onu geçmedim. ancak bizler duygusal olarak onu aşarız. her şey eskir. yazdıklarımı geri almak ve "hatalıydım, sonuçta o kadar da kötü değilmiş her şey." demek için bir sebebim yok, hayır. fakat ifade ettiğimiz şeylere daha az inanırız. neden? çünkü onlar sizinle bağlantılarını keserler. bu anlamda yazmak gerçekten de herkesin dediği gibi bir çeşit dünyevileştirmedir. çünkü tamamen inandığınız şeyler onları dile getirdiğiniz an daha az anlam ifade ki sevgi vardır ve her zaman kendime şunu sordum her şeyi çözdüğümüzde, bakışımız her şeyi delip geçtiğinde nasıl olur da hala bir şeylere sevdalı olabiliriz? yine de böyle şeyler oluyor. hayatta olan şeyler gerçek ve enteresan. her şeyden şüphe edebiliriz, kendimizi nihilist olarak tanımlayabiliriz; ama yine de koca bir aptal gibi aşık olabiliriz. tutkunun bu imkansız teoriği ve gerçek hayatın daimi kaçınması, yaşama tartışılmaz ve dayanılmaz bir cazibe katar. acı çekeriz, acılarımıza güleriz ve bu temel çelişki nihayet hayatı yaşanmaya değer hale yazar, kendi ayakları üzerinde duran bir kadınla birlikte yaşıyorsa o bir pezevenktir. bu anlamda ben de bir tibet metninde, "vatan, çölde bir konaklama yeridir sadece." denir. ben o kadar uzağa gitmeyeceğim çocukluğumun manzarası için dünyanın bütün manzaralarını verirdim. ayrıca eklemem gerekir ki, çocukluğumu bir cennete dönüştürüyorsam bunun tek sorumlusu hafızamın sakatlıkları ve gözbağcılığıdır. kökenimiz hepimizin bir nevi dipnot! vidkun quisling June 4, 2016, 209 pm uğur mumcuquisling, bir norveç başbakanının adıdır. ikinci dünya savaşı'nda hitler'le işbirliği yaparak ülkesini bir "müstemleke valisi" gibi yönetmek isteyen bu işbirlikçi politikacı, savaş sonunda idama mahkum olmuştur. siyasal bilimde, ülkesini yabancılarla işbirliği yaparak yöneten siyaset adamlarına "quisling" denilmektedir. quisling, açıkça, ülkesine ve halkına ihanet eden devlet adamlarının ortak tarihinde de aynı dönemde birkaç quisling örneğine rastlanmıştır. ünlü fransız mareşali petain, hitler ordusuyla anlaşarak "vichy hükümeti"ni kurmuş ve başbakanlığa da eski sosyalistlerden "laval"ı getirmişti. petain, bir anayasa hazırlatarak devlet başkanının yetkilerini artırdı. ülkesini tam bir işbirlikçi olarak yönetti bu eski asker. de gaulle'ün fransa'nın kurtuluşu ile birlikte iktidara gelmesi üzerine, petain başbakan laval ile birlikte ölüm cezasına çarptırıldı. laval kurşuna dizildi. petain'in cezası ömür boyu hapse tarihine bakarsak, quislinglerin ikinci dünya savaşından önce de yaşadıklarını görürüz. ulusal kurtuluş savaşımızda, işgal orduları ile işbirliği yapmış olan sultan vahdettinler, damat feritler, anzavurlar ve ali kemaller de yakın tarihimizin ihanet örnekleridir. bunlar, kendi siyasal çıkarları ile "müstevlilerin siyasi emellerini" birleştiren ihanet ülkeler, uluslararası sermayenin tekeli altındadır. bu ülkelerde egemen sınıflar, yabancı sermaye ve bu sermayenin sahibi güçlü devletlerle işbirliği yapmak zorundadırlar. emperyalizm, bu ekonomik ve siyasal ilişkilere verilen kimdir? quislingler kimlerdir?emekçi halk yığınlarının isteklerini bastırabilmek için kanlı faşist diktalar kuranlardır. ülkesini yabancı güçlerin açık pazarı yapabilmek için yer altı ve yer üstü kaynaklarını yabancıların tekeline sokanlardır. halkını yabancı sermayenin ipoteği altına almak için anlaşmalar imzalayanlar, yabancılarca hazırlanan yasaları olduğu gibi kabul edip bunları değiştirmek isteyenlere karşı savaş anında, ordunun yakıtını kesen yabancı petrol şirketlerini savunmak için dirilmiştir işbirlikçi başbakan. ülkesinde kiralanan yabancı üslerde başka devletlerin bayraklarını dalgalandırmak için dirilmiştir bu hain politikacı. halkın ulusçu uyanışlarla bilinçlenip haklarına sahip çıkmasını önlemek için dirilmiştir quisling. tanrı ve kulları June 6, 2016, 213 pm hakan gündayherkesin kendine göre bir şeyi yapmak istediğini bilememek kadar acı verici bir şey daha suratını boyar; çünkü suratı kendisine değil, güzelliğini takdir edecek olan erkeğe aittir. kimse kendi yarattığı bir boku kötü kabus bile iyidir hayatın nefsi müdafaadır."kitaplarımı asla okumam. ilgilendirmiyorlar beni. edebiyata büyük bir yeteneğim var ama ona inanmıyorum." louis-ferdinand celineüçüncü dünya ülkelerinde rütbe yoktur. tanrı ve kulları kurumlar tanımlayamadıkları her şeyden korkarlar. eğer herhangi bir devlet, karşısına çıkan canlı hakkında bir bilgi kırıntısına sahip değilse deliye döner. kendini tecavüze uğramış gibi hisseder. otorite sadece bilinenler üzerinde kurulduğu için, tanınmayanlar doğal miktarda komisyonla banka şubelerine yaptırılmayacak iş yoktur yere ait olmayanları iyi tanırım. her yere aitmiş gibi hayatının insanlarınkinden çok daha ilginç olduğuna eminim. en azından onlarda karakter denilen işe yaramaz bölüm yoktur. dolayısıyla birbirlerinden nefret etmek için de bir neden kaçtığını bilmemek en insanın beklerken yapabileceklerinin sınırı yoktur. bazıları devlet başkanı, bazıları sihirbaz, bazıları da deli olur en eski mesleği fahişelikse, dünyanın en eski hayal kırıklığı da daha kötü bir şey varsa o da medeni olmaya çalışan bir insanın bir utancı vardır. devletin görevi, kullanma günü gelene kadar bu utançları toplayıp saklamaktır. toplumsal sözleşme diye bir saçmalık hiçbir zaman var olmamıştır. kimse kendi çıkarları için birilerine devlet olma yetkisini vermemiştir. benciller ve korkaklar dünyasında çıkar, kişisel dolandırıcılık yeteneğiyle elde edilir. ve insanların birbirlerine attıkları kazıkların yanında, devletin onlara attığı fazlasıyla hafif kalır."ölüm tek ilham kaynağıdır."louis-ferdinand celinedengesizlik, gerçek duygusunun ve gerçeğin tek kapısıdır. dengeyle hiçbir yere varılmaz. ancak düşmeyi bilenler köprüden karşıya yüzülerek de geçilebileceğini intihar etmeyi seçenlere yardım edilemez. nakıp ali June 8, 2016, 204 pm ülkü tameron iki yaşındaydım. ilkokulu bitirdikten sonra öğrenimimi sürdürmem için babam istanbul'a göndermişti beni. yaz tatillerinde, yarı yıl tatillerinde gidiyordum antep'e. 1949'un ocak ayında yarı yıl tatili için antep'teydim yine. kentte son günümdü. ertesi akşam trenle istanbul'a dönecektim. o gece annemle babam sinemaya götürdüler beni, nakıp ali'nin sinemasına."iki film birden" izledik. sinemadan çıkarken, nakıp ali ali nakıpoğlu beni gördü. "nasıl, beğendin mi filmleri?" diye sordu."beğendim ama, gelecek program çok güzel. onu kaçıracağım." dedim."niye?" dedi nakıp ali. "önümüzdeki hafta oynatacağız.""ben yarın akşam istanbul'a gidiyorum." dedim."talihine küs" dedi nakıp sabah dokuzda bizim kapı vuruldu. açtım. bir adam. "nakıp ali seni istiyor." gittim hemen. nakıp ali kapıdaydı. "gel, otur" dedi. salonda bir koltuğa oturttu beni. görmek istediğim filmi on iki yaşındaki o çocuk için, sadece benim için ali'nin ilk sinemasında, ahşap asri sinema'da yangın çıkmıştı bir gün. hemen söndürülmüştü. kimseye bir şey olmamıştı. ama bu olay uzun süre konuşuldu, belleklerden sonra nakıp ali yeni bir sinema yaptırdı. günün birinde önemsiz bir elektrik kontağı oldu. ben de ninemle oradaydım. hepimiz kapılara saldırdık. nakıp ali sahneye fırladı hemen. başladı bağırmaya. "bire yo'orum, dayım dayım yangın m'olur?" dedi. "sizin için sinema yaptırdık işte. yanar mı bu?! altı beton, üstü beton!" sonra yangında nasıl davranılması gerektiği konusunda aydınlatıcı bir konuşma yaptı"bire yo'orum, dayım dayım yangın m'olur? bi alov gördünüz kimi hemen gaçmıya gahıysız. acık beklen ba'alım. gırmızı lombey orıya goyan niye gomuş? o yandı'ı na'al gaçarsı'ız. hemin a'am, siz kaçmey da bilmeysi'iz. biri öte'eni yitiy. öte'e de öte'eni yitiy. ta'aların cemleri gırfıcerf oldu. her daf'ada bi etek bellur parası veriyk. angeslek mi yapıysız yo'orum? bi şey yok dedikçe ambelbeter gaçışıysı'ız. h'albundahı gırmızı lomba yandı'ı na'al gapının yanındahılar usulladak gapıları açmalı. urgundahı çıkmadan arhadahı kimsey' yitmemeli. sıreynan dof dof çıkmalı."meali "a birader, her zaman yangın mı olur? bir alev gördüğünüz gibi hemen kaçmaya kalkıyorsunuz. azıcık bekleyin bakalım. kırmızı lambayı oraya koyan niye koymuş? o yandığı vakit kaçarsınız. hem ağam, siz kaçmayı da bilmiyorsunuz. biri ötekini itiyor. öteki de ötekini itiyor. pencerelerin camları hurdahaş oldu. her defa bir etek cam parası veriyoruz. halbuki kırmızı lamba yandığı vakit kapının yanındakiler yavaşça kapıları açmalı. önündeki çıkmadan arkadaki kimseyi itmemeli. sırayla bölük bölük çıkmalı." ali bir ara bir hac filmi getirtti. cami hocalarını toplayıp ziyafet çekti, sonra da özel olarak filmi oynattı onlara. ertesi gün, artık nereden kaynaklandıysa, bir rivayet yayıldı kente "bu filmi yedi kere gören tam hacı, üç kere gören yarım hacı sayılır." film kapalı gişe girdi gösterime. haftalarca oynadı. arada bir yaşlı kadınlar geliyordu nakıp ali'nin yanına "evladım, ben iki kere gördüm. üçüncüsüne param kalmadı. sevabına… bari yarım hacı olayım.""gir bacım" diyordu nakıp ali. "istersen dört kere daha gel. para mara istemez."dinine bağlı bir adamdı; ama yobaz değildi. saza gider, rakısını içer, eğlenmeyi bilirdi. çıkarcı değildi. din sömürücüsü hiç değildi. hınzırlığına yapmıştı bu işi. dua June 10, 2016, 239 pm emerson sıkıcı insanlar dua eder; dahiler ise umursamaz a. heinlein uzun ve kötülükler yaparak geçirilen bir yaşamın ardından edilen beş dakikalık bir şükran duası sizi cennete götürmek için yeterlidir. aynı uzunlukta, dürüstlükle ve iyilikler yapılarak geçirilen bir yaşamın ardından, bir sinir patlamasıyla tanrı'ya lanet eder ve hemen ardından kalp krizi geçirerek ölürseniz, sonsuza dek lanetlenmiş olursunuz. sistem böyle mi işliyor?hipokrat duaların, nazarlıkların ve büyünün işe yaradığı tek yer, hastanın inancının huxley hayvanların, büyü ve dinin saçma ve genellikle korkutucu olan aptallıklarına kapıldıklarını asla göremezsiniz. köpekler gökleri de aynı şeyi yapmaya ikna ederek yağmur yağdırmayı umup işemeyi bir ritüel haline getirmezler. eşekler bulutsuz gökyüzüne doğru anırarak dua etmezler. ya da et bulamayan kediler, kedi ruhlarına hayırseverlik dualarında bulunmazlar. sadece insanlar böyle gereksiz aptalca davranışlar sergiler. zeki, fakat yine de yeterince zeki olmadıkları için ödemeleri gereken bedeldir g. ingersoll yardım eden eller, dua eden dudaklardan çok daha kaminer tanrı'nın var olduğuna ve onların dualarına kulak verdiğine inanan insanlar, ağaçlarla konuşan ya da amerika yerlilerinin ruhlarına kanallık ettiklerini iddia eden insanlarla alay etme haklarından feragat kenyatta misyonerler buraya geldiklerinde, afrikalıların elinde toprak, misyonerlerin elinde ise incil vardı. bize gözlerimizi kapatarak nasıl dua edeceğimizi öğrettiler. gözümüzü açtığımızda, toprağın onların elinde, incil'in ise bizim elimizde olduğunu rose lee dua etmek sallanan bir sandalyede oturmak gibidir, size yapacak bir şey verir; fakat sizi hiçbir yere philips çocukluğumda, her gece yeni bir bisiklet için dua ederdim. sonra tanrı'nın, tüm bilgeliğiyle, böyle çalışmadığını fark ettim. bu yüzden bir bisiklet çalıp ondan beni affetmesini saçlı vaizler her gece dışarı çıkıyorsize neyin yanlış neyin doğru olduğunu söylüyorfakat onlardan yiyecek bir şey istediğinizdesizi çok tatlı bir sesle yanıtlıyorlar"yiyeceksin, güle gülegökyüzünün üzerindeki o muhteşem yerdeçalış ve dua et, samanlıkta yaşaöldüğün zaman, seni bekliyor gökyüzünde bir pasta"joe hillthomas szasz eğer tanrı'yla konuşursanız bu, dua etmektir; eğer tanrı sizinle konuşursa şizofrensiniz demektir. eğer ölüler sizinle konuşuyorlarsa bir tinselcisiniz; eğer siz ölülerle konuşuyorsanız yine bir k. washburn dua, boş bir kuyunun pompası gibidir; çok fazla ses çıkarmasına rağmen, suyun akmasını insanın putu tahtadan, taştan, metalden ya da mutlak fikirlerden yaratması hiçbir fark yaratmaz; insanın kurban verdiği, dua ettiği, şükrettiği, kendisini izleyen, kişileştirilmiş bir varlık olduğu sürece, bu putperestliktir. türkiye'de hukukçu olmak June 12, 2016, 209 pm uğur mumcuhukukçu, bozuk düzenin çarklarına yine bu düzenin kurallarıyla karşı çıkan adamdır çağımızda. emekten ve emekçiden yana bir hukukçunun çabasıdır çağdaş hukuka kişilik veren. eskimiş kuralların yosun tutmuş kavramlarını emekçi sınıf için kullanabilen adamın hukukçuluğudur önemli olan. doğadaki ve düzendeki eşitsizliği giderebilmenin olanaklarını da vermektedir hukuk bir için, hukukçu olmanın bir sorumluluğu vardır türkiye'de de. "bir toplumda bir kişi haksızlığa uğruyorsa, bu haksızlık bütün topluma karşı yapılmıştır." diyen adamdır hukukçu. bir ozan, "halkın ekmeğidir adalet." diyor. [brecht] halka bu ekmeği en taze biçimde ve eşitçe verenlerdir olağanüstü dönemde, ezilmek istenen adamların yanında yer alabilen; baskıya, sömürüye, işkenceye karşı çıkabilen hukukçulardır mesleklerine onur döneminde, vicdanlarının emirlerini dinleyerek, başbakanların, bakanların emirlerini ellerinin tersiyle itebilenlerdir gerçek yalnız hukuk fakültesinde olmuyor. sınavın büyüğü, bilgi, yetenek ve kişilik isteyeni hukuk fakültelerinin dışında hukuk profesörleri vardır ki birer orta çağ celladı gibi, darağaçlarına yağlı ipler hazırlamışlardır. onlar, yirminci yüzyılın inanç sınavlarında, her gün yeniden sınıfta sınav ki, sorularını tarih sorar, notunu halk verir. üç anekdot June 14, 2016, 229 pm ülkü tamerbaba gündüz kılıç, çocukluğumun, ilk gençliğimin unutulmaz futbolcusuydu. daha sonra antrenörlüğünde de aynı başarıyı gösterdi. şimdilerde "teknik direktör" deniyor; herhalde küçümsendiğinden, "antrenör" sözü pek küfürlerinden yakınırdı baba gündüz. bir arkadaşının küçük oğluyla maç dinliyormuş radyoda. seyircilerin ünlü "terane"si "gündüz amca, seyirciler ne diyorlar?" diye gündüz, "hakemin yönetimini beğenmiyorlar, yavrum." demiş. "onu ilme davet ediyorlar. 'ilme hakem!' diye bağırıyorlar." birinde, yine maç kuyruğunda beklerken, yanı başımdaki köftecinin sızlanmalarını duydum. adam, bir yandan köfte tezgahının başında müşterilerine "hizmet veriyor", bir yandan yakınıyordu"yahu, bir sandviççi geçmeyecek mi? açlıktan öldüm."dayanamadım. köfteleri gösterdim"yesene kendi köftenden."kulağıma eğilerek fısıldadı"yaramaz, ağabey.." adını vermeyeyim, televizyonda bir spiker maç anlatıyor. biz de seyrediyoruz. bir şut atıldı. aut. ama spiker başladı bağırmaya"gooool!.. gooool!.."ne golü? top auta çıkmadı mı?spiker hala yırtınıyor"goooool!"biz mi yanlış gördük yoksa?"kaleci topu aldı. aut vuruşunu yapmak üzere geriledi. bir an sessizlik. sonra spikerin sesini duyduk yine"evet, sayın seyirciler, sizler gibi biz de yanıldık!"autu aut olarak gören bizleri işin içine niye karıştırmıştı acaba? çerçeve June 15, 2016, 943 am marcel proustçağımızın hastalığı, her alanda, nesneleri, mutlaka gerçekte bulundukları çerçeve içinde göstermek ve bu şekilde, özünü, onları gerçeklikten yalıtmış olan zihinsel edimi yok etmektir. tablolar şimdi, aynı döneme ait mobilyaların, bibloların, örtülerin arasında "sergilenmekte"; dünkü cahil ev sahibesinin şimdi günlerini arşivlerde, kütüphanelerde geçirerek evinde başarıyla oluşturduğu bu yavan dekorun ortasında, bir yandan yemek yerken seyrettiğimiz şaheser, bize bir müzenin salonunda hissedeceğimiz baş döndürücü mutluluğu vermez; bunu hissedebileceğimiz tek yer olan müze salonu, çıplaklığıyla, her tür özellikten yoksun oluşuyla, sanatçının eserini yaratmak için kendini soyutladığı iç mekanları çok daha iyi simgeler. marilyn manson June 15, 2016, 1200 pm murathan mungan marilyn manson'la yaptığı bir röportaj sırasında onun söylediklerinden ve sakin tutumundan şaşkınlığa uğramış olan gazetecinin "röportajlarınızda birçok insandan çok daha aklı başında görünüyorsunuz." demesi üzerine manson şunları söyler "sanıyorum bunun nedeni, pek çok insanın sonuna dek gidiyormuş gibi numara yapmasıdır; oysa sonuna dek gittiğinizde tamamen aklı başında oluyorsunuz. sonuna dek gidiyormuşsunuz gibi yaptığınızdaysa arada kalıp son derece dengesiz ve kaçık görünüyorsunuz. hemen herkes sonuna dek gitmenin kaçıklık olduğunu düşünür; ama gerçek bu değildir. eğer tüm korkularınızı kucaklar, her şeyi göğüslemeyi göze alırsanız gidebileceğiniz yere kadar gider ve kendinizi daha gerçek kılarsınız, kahkahalarınız da size eşlik eder. ülkem June 15, 2016, 200 pm emil cioranherkesten daha fazla sahip olduğum takıntılar hakkında oldukça bilgiliyim. bir fikrin insan üstünde ne kadar etkili olabileceğini, onu ne kadar ileri götürebileceğini, neler yapmaya itebileceğini ve bunun insanı maruz bıraktığı deliliğin tehlikelerini biliyorum. bunun kapsadığı bağnazlık ve putperestlik, bundan kaynaklanan anlayışsızlığın zorunlulukları..aslında bu benim aklıma otuzlu yaşlarımdan önce ülkem için bir tutku geliştirirken gelmişti. bana yıllarca azap çektiren umutsuz bir tutku, saldırgan, çıkmaz bir sokak ülkem! umutsuzca ona sarılmak istiyordum ama bir türlü olmuyordu. gerçek bir yan bulamıyordum, ne geleceğinde ne de geçmişinde. güçlü, müthiş, çılgın olmasını istiyordum. şeytani bir güç gibi, dünyayı titretecek ölüm salgılamasını istiyordum; ama küçücüktü, kaderini çizme yetisinden acizdi. bu süre zarfında, geçmiş dahil her şeyi düzeltmek isteyen bir çeşit hareket başladı. bir noktaya kadar tüm samimiyetimle inandım; ancak bu hareket ülkemizin bir hayalden öte olmayacağı gerçeğinin izlerini taşıyordu. acımasız bir hareketti. tarih öncesinin ve kehanetin, duanın ve silahın mistisizminin, mağdur olmuş ve mağduriyet arayan mercilerin bir karışımıydı. çünkü gerçekleşemeyecek bir geleceğin tasarımına kendisini adayarak affedilemez bir hata yapmıştı. tüm liderler devrilmişti, cesetleri sokaklardaydı. ülkede hiç kimsenin sahip olmadığı bir kadere sahiptiler. oysa anavatanlarını çılgınlıklarıyla geri kazanmaya çalıştılar; çünkü eli kanlı ülkenin gençleri olarak boşluğa sürüklendik bu, bizim için nimetti. avrupa'nın bir köşesinde yer alan tüm dünya tarafından küçümsenen ve ihmal edilen bizler "tarih yazmak" ve böyle tanınmak istedik. sihirli bir kelime gibi dilimizden düşmüyordu "tarih yazmak."o zamanlar ülkem hakkında bir kitap yazıyordum. muhtemelen daha önce kimse ülkesine böyle bir şiddetle saldırmamıştır. kaçık bir adamın söylenişleriydi. bir suikastçının ilahisi gibi ya da yurtsuz bir vatanseverin uluması gibi bir şeydi. merhametsizliğe susamıştım. bunlar iyi günlerimizdi talihsiz bir tutkunun itibarına inanmıştım. zorluğu seviyordum. gerçek şu ki bu zaman zarfında ahmaklığımın, o etkin ahmaklığımın aç gözlü istekleri vardı. yok etmeye ihtiyaç duyuyordum ve günlerimi yok oluş anını tasarlayarak geçiriyordum. bir şeylerin var olduğu ve benim yok etme isteğimden bağımsız olarak var olabileceği fikri beni öfke krizlerine sokuyor, geceler boyu ürpertiyordu. işte bu, insandaki zalimliğin hayvandaki zalimliği önemli bir biçimde aştığını anladığım andı. bu, her şeydir; bir hayvanın zalimliği bir anlıkken ve sadece oradaki objeye yönelikken bizimkisi öyle bir büyüklüğe ulaşıyor ki uygulanacak kimse bulunmadığında kendine bana olan buydu nefretimin merkezi haline geldim. ülkemden, tüm insanoğlundan ve evrenden nefret ettim. tüm bu şeyler geride kendime karşı saldırgan bir tutum bıraktı. bu da umutsuzluğumun sebebi haline bir nevi dipnot! avuntu June 15, 2016, 1000 pm alice munrozamanın asla iyileştiremeyeceği bir keder yokturbir kayıp, bir ihanet yoktur yarası sağalmayacaköyleyse avunsun ruhunayırsa bile mezar sevenle sevileni paylaştıkları hayattangördün mü yağmur dinmiş ve o güzelim güneş ışıldıyorçiçekler nasıl da güzelleşti, nasıl da güzel bir gün bugünüstünde fazla düşünme ne sevginin ne de görevlerinuzun zamandır unuttuğun dostlaryaşamla ölümün her şeyi sonuçlandırdığı yerdebekliyor olabilirler senikimse uzun süre yas tutmayacak ardındandua etmeyecek, özlemeyecek de seniyerin hep boş kalacak orada olmadığın zaman cennet June 16, 2016, 1200 am civan aucassin *cennet mi dediniz? ne işim var cennette? umrumda bile değil orası. hem bakın cennete ne biçim adamlar gidiyor, anlatayım size ihtiyar rahipler, bir de eli ayağı sakat kimseler; hani bütün gün, bütün gece evlerin ve eski kilise bodrumlarının önünde dururlar, eski cübbeler, lime lime giysiler içindedirler; hani çıplaktırlar, ayaklarında ayakkabı hak getire, kıçları açıkta, hani açlıktan, susuzluktan, soğuktan, sefaletten kıkırdarlar ya, işte onlar. onlar gidiyor cennete, ben gidip de ne yapayım? cehenneme gitmek isterim ben. çünkü güzel papazların, yarışmalarda, parlak savaşlarda ölmüş yakışıklı şövalyelerin, aslan yürekli çavuşların, soylu kişilerin yeridir cehennem; onlarla olmak isterim ben de. sonra, cehennemde kocalarından ayrı iki üç dostu olan yosma hanımlar da var; altınmış, gümüşmüş, kürkmüş, hepsi orada; çalgıcılar, hokkabazlar ve bu dünyada krallık sürmüş herkes orada. ben de onlarla beraber olmak isterim.* 12-13. yüzyıla ait "aucassin et nicolette" adlı anonim öykünün kahramanlarından biri. grup psikolojisi June 16, 2016, 200 am gustave le bongündelik eylemlerimizin büyük çoğunluğu, gözlemimizden kaçan gizli güdülerin bir grubun en çarpıcı özelliği şudur grubu oluşturan bireyler kimlikleri, yaşam tarzları, meslekleri, kişilikleri ya da zekaları ne kadar benzer veya farklı olursa olsun, bir gruba dönüştürülmüş olmaları gerçeği, onları, her birisinin tek başınayken hissedeceğinden, düşüneceğinden, hareket edeceğinden oldukça farklı bir tarzda düşünmelerini, hissetmelerini ve hareket etmelerini sağlayan bir tür ortak ruhun etkisi altına sokar. bir grup oluşturan bireylerin durumu dışında ortaya çıkmayan ya da eyleme dönüşmeyen bazı düşünceler ve duygular örgütlü bir grubun parçası olmakla birey, uygarlık merdiveninde birkaç basamak aşağı iner. tekilken kültürlü bir birey olabilir; güruhun içindeyken ise bir barbardır, yani içgüdüyle hareket eden bir yaratıktır. ilkel varlıkların kendiliğindenliğine, şiddete yatkınlığına, acımasızlığına, ayrıca coşkusuna ve kahramanlığına sahip olur. evlilik June 16, 2016, 400 am thomas bernhardevlilik birlikteliği, evliliğin sonuna kadar haksız işkence demektir. iki insanın durumlarının, dayanılmayacak kadar, kaya tabakaları gibi iç içe geçmesi. siyahın aniden artık siyah olmayışı, çocuğun artık bir mutluluk olmayışı. bir çamur birikintisine dönüşür çok geçmeden evlilik, iki partnerin de hiçbir şey söylemeden içine baktıkları. ve her şey anlaşmalı bir yeraltı suyu akıntısıdır. neden? gündüz düşleri ansızın doğru çıkar; tahminler acı gerçeğe dönüşür. rüyada yenilen darbeler, birdenbire başın arkasında acı verirler. bellek yolculuklara ilişkindir, hiç de yalnızlık olmayan yalnızlığa geri dönüşlere. büyük şehrin ortasında birdenbire bir rüzgar eser, çoktan tarihe karıştığına inanılan. ama ağaçlar silkelenemez artık, aşırı olgunlaşmış meyveler silkelenerek yere düşürülemez. hayır. bir köpek baldır kemiğine saldırır ve insanda bir burukluk yaratır. orada bir duvarcı, bir iskelenin üstünde oturur, orada demiryolundan biri durur ve saate bakar; şimdiden yorulduğu için, şurada, yukarıda biri çatıda bir pencere camıyla yürür. eşya taşıma halatlı vasıfsız işçilerin kutulardan ve masalardan iyi anladığını düşünür insan ve kendisi başka hiçbir insanın olmadığı kadar mutsuzdur. ve dünya, sevgilisinin peşinden koşan kötü bir anne gibi acımasızca yalnız bıraktığı kendi tiyatro oyunundan millerce uzaktadır. golgi aygıtı June 16, 2016, 600 am richard dawkinsüniversite öğrencisi olduğum yıllarda, oxford üniversitesi zooloji bölümü'nün ünlü ve deneyimli üyelerinden birisinin hikayesine tanık olmuştum. bu şahıs senelerce golgi aygıtının olmadığına tutkuyla inanmış ve bunu öğrencilerine aktarmıştı. ona göre bu bir yapay doku, bir yanılsamaydı. o yıllarda zooloji bölümündeki herkesin keyifle katıldığı bir etkinlik vardı. her pazartesi, öğleden sonra ziyarete gelen konferansçıların araştırma konuşmaları dinlenirdi. yine bir pazartesi günüydü ve bu sefer konuşma yapacak kişi amerikalı bir hücre biyoloğuydu ve konferansın konusu golgi aygıtının gerçekliğini bütünüyle ortaya koyan bir kanıt üzerineydi. konferans bittiğinde yaşlı adam hızla konuşma kürsüsüne yaklaştı ve amerikalının elini sıkarak ona -tutkuyla- şöyle dedi "sevgili dostum, sana çok teşekkür ederim. bu geçen elli senede bir hayli yanılmışım." coşkuyla alkışladık. tutucular asla bunu yapamazlar. pratikte bütün bilimadamları da öyle. ancak yine de bunu bir ideal olarak görüp sözde bağlılık gösterirler; politikacılar ise bu tarz bir itirafı genellikle döneklik olarak görürler. sizinle paylaştığım bu anımı hatırladığımda hala duygulanırım ve boğazım düğümlenir. sanrı June 16, 2016, 800 am michel de montaigneplaton, pluton'un bahçesini cehennemi, gövdelerimizin çürüyüp toprak olduktan sonra göreceğimiz işkence ve rahatlıkları sayıp dökerken ve bunları hayattaki duygularımıza benzetirken ve muhammet, müslümanlara, halılar döşeli, altınlar, zümrütlerle süslü, en güzel kadınlarla, şaraplarla, acayip yemeklerle dolu bir cennet vaat ederken içlerinden gülüyorlardı ikisi de ve ağzımıza bir parça bal sürüp bizi dünyadaki isteklerimize uygun hayal ve ümitlere düşürmek için mahsus bizim insani ve maddi tarafımıza hitap ediyorlardı. nitekim birçoğumuz bu gaflete düşerek mahşer gününden sonra tıpkı dünyadaki çeşitten zevkler ve rahatlıklarla dolu bir dünya hayatı süreceğimizi sanıp dururuz. savaş June 16, 2016, 1000 am stefan zweigkendimizi kandırmayalım. bugün herhangi uzak bir ülkedeki egzotik bir savaş, sözgelimi polinezya adalarında ya da afrika'nın herhangi bir köşesindeki bir savaş için bile gönüllü aransa, binlerce, yüz binlerce kişi niçin olduğunu bilmeden, yalnızca kendinden ya da hoşnut olmadığı yaşam koşullarından kaçmak için oralara koşar. ben savaşa karşı inançlı bir direniş olasılığını sıfır olarak görüyorum. bireyin bir organizasyona karşı gelmesi, kendini bırakıp onunla sürüklenip gitmesinden çok daha fazla cesaret gerektirir. bireysel cesaret diyebileceğimiz bu nitelik, zamanımızın gelişmiş organizasyonları ve mekanizasyonu karşısında tamamen ölüp neredeyse her yerde sadece kitlesel cesaret olgusuna, yani topluluk içinde, emir komuta zincirine bağlı bir cesarete rastladım; bu kavramı mercek altına alacak olursak çok ilginç bileşkeleri olduğunu görürüz fazlasıyla kibir, kendini beğenme, fazlasıyla kayıtsızlık ve hatta sıkıntı; ama her şeyden fazla da korku, geride kalmaktan, alay edilip aşağılanmaktan, yalnız hareket etmek zorunda kalmaktan ve en önemlisi de diğerlerinin kitlesel coşkusuyla ters düşmekten korkma.. cephede en cesur olanların çoğunu daha sonra sivil yaşamda şahsen tanıyınca çok kuşku uyandıracak kahramanlar olduğunu gördüm. kendimi de bunların dışında duygusundan dolayı kahraman olmaktansa kişisel sorumluluk nedeniyle asker kaçağı olmak çok daha iyi aslında. şükrü yarbay June 16, 2016, 1200 pm ülkü tamer"sınıf arkadaşımız"* şükrü yarbay, 27 mayıs'tan sonra emekliye ayrılmıştı. 28 nisan olayları sırasında istanbul'da görevli olduğunu söylüyor, şimdi sınıfta sıraları paylaştığı bizlere o güç dönemde nasıl yardım ettiğini polislerden yakınıyordu"sırtımda yarbay üniformasıyla odaya girince bir de baktım ki polisler almışlar bir öğrenciyi ortalarına, hababam vuruyorlar! ama nasıl bir dayak! ben olsam oracıkta ölmüş gitmiştim. cop, tekme, tokat, yumruk.. dayanamadım."acaba ne yaptı diye yüzüne bakıyoruz."dayanamadım.. çıkıp gittim."* istanbul üni. iktisat fak. gazetecilik enstitüsü, 1961. selim ışık June 16, 2016, 200 pm oğuz ataysaat dörde doğru uyandım. sabah yaşadığım öldürücü saatleri düşündüm. bu duruma nasıl geldim? neden bana yaşamayı öğretmediler? neden bana, bizden bu kadar, gerisini sen bulup çıkaracaksın dedikleri zaman isyan etmedim? hayata atılmak gibi bir çılgınlığı nasıl yaptım? insanların dünyasına atılmayı nasıl göze aldım? ben insan değildim ki. yaşamadığım bir hayatın içine nasıl atıldım? beni nasıl gürültüye getirip de bu soğuk bakışlı mimar gibi insanların karşısına çıkardılar? onlar da bilemezdi görünüşümle insana benziyordum. denemelerden geçmiştim. onları aldatmayı başardım. sonumu kendim hazırladım. her an ne yapacağımı söyleyemezlerdi bana. beni aldattılar; gene de suçluyum. insanların en verimli olduğu çağda tükendim. her an'ı, ne yapmam gerektiğini düşünerek geçirdiğim için çabuk yoruldum. bana yaşantısını beğenmedim. kendime uygun bir yaşantı da kötü yetiştirdiler. annem de, babam da bana gerekli eğitimi vermediler. yaşamak için demek istiyorum. bana yaşamayı öğretmediler. daha doğrusu, bana her şeyin öğrenilerek yaşanacağını öğrettiler. yaşanırken öğrenileceğini öğretmediler. ben de kolayca razı oldum bana öğretilen bu yanlışlara. insan, kendi bulurmuş doğru yolu. ben bulamazdım. bana, başkalarına gösterdikleri basmakalıp yolları öğrettiler. başka türlü bir itinayla tutmalıydılar beni. daha fazla değil, farklı. normal bir insan olmaya zorladılar, bana boş yere vakit kaybettirdiler. olmayınca da anormal dediler. ben de kendimi anlamadım bütün hayatım boyunca normal bir adam olmaya çalıştım. onlara biraz olsun benzeyebildiğim ölçüde kendimi mutlu sayıyordum. kendimi onlardan ayırmayı beceremedim. oysa onlar gibi hissetmiyordum. duyduğum bu yabancılığı onlardan geri kalmak diye nitelendirdim ve nefes nefese onlara yetişmeye çalıştım. bu bakımdan yakınmaya hakkım yok. onlar gibiydim. kehanet June 16, 2016, 1000 pm wilhelm reichkutsal sözcüklerin tohumunu ektim yeryüzünepalmiye ağacı göçtükten vekayalar ufalanıp kum olduktan çok sonraanlı şanlı krallarkuru yapraklar gibi dökülüptoz olduktan, ortadan kalktıktan çok sonrabinlerce nuh gemisiher tufanda şu sözlerimi taşıyacakekilen tohumlarürün verecek More Pages to Explore ..... bizim ailede var olan bir inancı yok. sırf akp'ye kızdı diye dinden çıkan tayfalardan... neredeyse son 15-20 yıldır böyle... ezana, başörtülüye, inanca saygısı yok... televizyonda islamiyet hakkında bir tartışma programı çıksa dahi küfredip kanal değiştirir... bir kere kuran ya da dini kitap okumuşluğu yok... hayatın en önemli sebebi 'anlamını aramak' olduğu hiç umrunda değil... rahmetli babannem bile, babama doğru; bu çocuk beni ahiret dünyamda çok zorlayacak, çok canım yanacak diyordu...bu konuda babannem, babamın deist olduğunu bilmiyordu. sadece dinle alakası olmadıgını biliyordu. onda bile durumu farketmiş, veryansın ablam da öyle... en büyük inancsızlık göstergesi "madem allah var dünyada neden islam ülkeleri geri kalmış" mottosu. bunun dışında hz muhammed ile karşı çıktığı düşünceleri var. yani hz muhammed yaşam şekline karşı çıkması bile onu dinden uzaklaştıran, uzaklaştırmasını bırakın inanmamasını saglayan bir bu hafta bir tane kitap aldım, çok güzel.. islamiyeti, belgeleri - gerçekliği ve delilleriyle beraber anlatan bir kitap... ablama, bu kitabı okumanı istiyorum dedigim an bile kitabın adını "peygamberliğin ispatı" olarak gördüğü an! hayır asla okumam... kesinlikle okumam, verme bana dedi... babama zaten hiç teklif bile etmem, kitabı yırtar bile bir ailedeyim... annem ve kardeşimde bu durum yok şükür..ha bu arada rahmetli dedem, babamın babası dinle hiç alakası olmayan, ama küfre girmeyenküfür ve saygısızlık yapmayan biriydi.. köprü altında çok içerken ölüp, kimsesizler mezarlıgına gömülmüş biriydi... dedemin eşi, babannem de yukarıda ki örnekte gördüğünüz gibi inançlı biriydi... zaten babannem daha sonra dedemden nereye geleceğim... genlerimde, ailemde öyle inançlı bir gelenek yok. hatta küfür içindeler ve hiçbir şekilde inançlara saygıları da yok. buraya yazamayacağım pek çok şey de var...böyle bir aileden çıkmış inançlı bir bireyim... bunun da benim için bir imtihan olduğunu düşünüyorum... böyle bir ailede inançlı çıkmak gerçekten çok zor... hele ki çağımızda internette ki bu din karşıtı dezanformasyon da varken...küçüklüğümden beri okumaya, ögrenmeye, hayatı sorgulamaya çok meraklı bir insandım... 36 yasındayım, 17 yaşında ateizmforumlarda takılırdım, çok şükür hiç inançsızlıga girmedim ama ateizmle ilgili de, islam karşıtı argümanları da okumamazlık etmedim. hatta hic unutmuyorum, turan dursunun "din bu" adlı kitabını almıştım, yeşil kapaklı, babam onu gördü ve kızdı bu eve böyle yobaz kitaplar sokma diye yesil kapaklı ve adı 'din bu' olduğu için din kitabı sandıvelhasıl kelam kendi çapımda ve allahın biraz da olsa gönlünü kazanabilmeyi isteyen günahları olan bir babam ve ablam icin dua ediyorum. ama biliyorum ki kendilerini dine karşı tamamen kapamış, perde indirmişler, dua nasıl kabul olsun ki, ufacık bir işaret yok mânayı aramak için... artık, ahiret dünyasında onların günahlarını azaltabileyim diye dua ediyorum... yine de son nefes verilmeden hicbir şey belli olmaz tabi...genelde "muhafazakar ailenin ateist çocuğu olmak" konusu konuşulur ama böyle durumlarda var aşağıda inançsızlar anlattıklarıma yalan, hikaye demişler... işte inançsızların fıtratı ve bakış açısı üç aşağı beş yukarı böyledir. onlara göre inançsız aileden inançlı birey çıkmaz. böyle bir anlatı olsa dahi bu insanları dine çekmek için yapılan bir yalanmış gercekten çok komiksiniz ve durumunuz da acınası da demek istemiyorum, üzücü diyelim. üzücü bir durumunuz var. yine ıslak hayaller... yine bir suser insanları dine davet etmek için bir hikaye yazmış. insanlar dine gelsin de nasıl bir yalanla getirebilirsek getirelim mantığı. ben halen kendi inandığı şeye inanmayan bir kimseye saygı duyan müslüman görmedim. din ortaya çıkışı itibariyle zaten böyle bir olgu. ölümün belirsizliğine karşı insanları korkut ve saldığın korku ile insanlara biat ettir. sorgulayacak olan insana da aman sorgulama bak cehennem azabı var dersin alemlerde şeklin olur. üniversite'de yan odamda kalan trabzonlu bir arkadaşımdı. babası ateist olmasına rağmen arkadaşım ramazanda oruç tuttuğu için sahur vakti kalkıp ona sahur hazırlayıp uyandırırmış. esek kadar adamken gözleri dolu ve gururla anlatırdı babasını. olmayacak durum değildir. aileler çocuklarının seçimlerine, inançlarına saygı duymalıdır. çocuğum inançlı olursa da saygı duyarım olmazsa da. bu kadar basit. benim neye inanıp neye inanmadığım çocuğumu bağlamaz. olasılık ihtimali üzerinden bakıldığında nadir karşılaşılması beklenen bir durumdur. çünkü inanç öğrenilen/öğretilen bir şeydir. genelde temelleri aile içinde atılır. bu nedenle dominant olarak müslüman ailelere doğmuş çocuklar müslüman olarak yetiştirilmeye çalışılır ve ancak çocuk içine yerleştirildiği kalıbı kirarsa bunun dışına çıkabilir. ki inancın inancsiza toleransina bakıldığında bu durum çoğu evlat için oldukça zorlu bir yolculuktur. ama inancsiz ailenin, çocuğuna bu yönde bir şey öğretmesine gerek yoktur zira çocuk doğduğu anda zaten inancsizdir, notrdur. dolayısıyla ateist bir ailenin çocuğunun inançlı olması için dışaridan verilen bilginin etkisi altına girmesi gereklidir. ancak bu durum inançlı aileye doğmuş bir çocuğun bebekliginden itibaren zihninin yönetilmesine benzemez. inancsiz ailedeki çocuk dayatmalara daha dirençli bir çekirdek aile ortamına sahiptir, dolayısıyla inanışı daha özgürce olacaktır. ayrıca başlığı acan yazarın neden annesini ve kardeşini inançlı kabul etmeyip tüm ailesini inançsız olarak tanimladigini sormak da mümkün. bardağın yarısı inançlı hatta yazarla birlikte inanclilar çekirdek ailenin yüzde altmisini oluşturuyor gibi görünmekte. herkes nasıl arzu ediyorsa öyle yaşasın. hayat kısa. 36 yaşında aile ile yaşamak zorunda değilsiniz. başka bir müslüman ile evlenip ömrün kalanını arzuladığınız şekilde yaşayabilirsiniz. zekayı belirleten genlerin, kaytardığına delalet eder.

kitaplarımı asla okumam ilgilendirmiyorlar beni